17 Aralık 2012 Pazartesi

Siliyorum


2005'de yazmaya başladığım eski blogumdaki yazılarımı silmeye başladım yavaş yavaş. Zaten uzun süredir aklımdaydı, o blogdaki herşeyin silinmesi gerekti, eskiye dair ne varsa gitmeliydi. Kendi benliğimi korumasızca açmıştım o blogla. Ne çok şey yazmışım çizmişim. İnanılmaz ama hala 100 küsür izleyicim var. O zaman yaşadıklarımı yazarken ne hissediyordum hatırlamak bile istemiyorum aslında ama tek tek okurken her satırı, başkasının hayatına uzaktan bakar gibi oldum. Sadece okuyup geçecektim sözüm ona ama olmadı, bir yanım anlamsızca acıdı. Tarifi olmayan bir acı.

Ucunu aşka meşke dayandırmayın bunları okurken. Yazılarda aşka yer versem de esas olan bu değildi, yaşanmışlıkların verdiği tat işte. Bir tuhaf kekremsi tat. Bunlar asla söyleyeceğim sözler değil. Hissettiklerim böyle zamazingosal sözler de değil inanın. 7 seneden fazlasına uzanırken, kendimi yeniden keşfetmenin verdiği tat ve bendeki benin değişmesine şahit olmam, işte bu mevzu basit.

Hani küçükken tuttuğunuz günlükler kadar saf'mış yazdıklarım. Zaman içinde ne kadar da değişmişim oysa hiç değişmem ben derken.İlla ki zaman insana farklı yollar çiziyor, yeri geliyor geçen haftalarda yediğimiz yemekten bile sıkılıyor, zevkler değişiyor da hisler değişiyor da acılar hep aynı amk.

O zaman yazdıklarım hala canımı acıtıyor, pek olmasa da eskisi kadar.

Ve tuhaftır ki o zamanlar her postumun altında en az 2 yorum varmış, sağlam bir izleyicim varmış ya da yazmaya üşenmeyen bir izleyicim. Gurur verici.

Ama siliyorum yine de. Her ne kadar bin küsürü silmek zor olsa da.

Saf günlerimi siliyorum.

Geleceğe dair pek bir umudum varmış ya, olmamış çoğu işte.

Siliyorum ben de.

Vay arkadaş.

12 Aralık 2012 Çarşamba

Anka Kuşu Değilim Ben, Nasıl Yeniden Doğayım!



Kendime kızıyorum... Fena kızıyorum hem de...
Zamanın beni yönlendirmesine,dik duran bünyemin bir anda savrulan bir yaprak gibi ortama ayak uydurmasına kızıyorum. Kızdıkça daha da bunalıyorum, darlanıyorum!
Bir insanın kendine kızmasından daha kötü ne vardır acaba?
Başkasına kızarsınız, şefinize,komutanınıza,müdürünüze,meslektaşınıza,hatta en yakınınıza,annenize,babanıza...Hatta tanımadığınız halde sizi kıl  eden kimseler de çıkabilir ama kendinize kızınca…

İşte o zaman çanlar çalınsın...

Kendime kızıyorum işte,fena kızıyorum!

Kendime kızınca sanki her şey anlamını yitiriyor,ortalık savaş alanı,ben ise enkaz...
Bir enkazdan insan ne bekler ki?
Onu ayağa kaldırmak için sabır ve zaman gerekir.Zaten oldum olası zamanın sabırla olan senkron ilişkisinden nefret ederdim,şimdi daha da nefret ediyorum!

Fena!

Nefret kelimesi bulaştıysa dilime...Sıçtık!
Nefret ettiğim kişi, yine kendim! Yine dost bilip güvendiğim için kendimden nefret ediyorum an be an.
Hani demişler ya insanın kendisinden yakın dostu,kendisinden beter düşmanı yoktur diye...
İşte öyle!

Neden bu kadar kızıyorum kendime?
Bütün kalkanlarımı indirip yeniden güvendiğim için!İnanmaya başlayıp,inandıklarım için vicdanımla baş başa kaldığım anlar için!Haksızlık yaptığım biri var mıdır diye düşündüğüm için!Bana müstehak aslında!Bu kadar saf olmayı nasıl başarıyorum, bilmiyorum!

Oysa inanmakla başlar her şey...
Güvenirsin.Sonrasında her şey gelişir.Frekansı tutturan başarır,tutturamayan yol alır.Ama güvenmek ister insan,inanmak...İnançları boşa çıkınca ne kalır geriye? Yine mi dost kazığı?

Evet,kızgınlığım,kırgınlığım gönülle alakalı...Yazdıklarım,çizdiklerim,söylediklerim ama içinde zerre aşk yok,zerre aşka karşı bir serzeniş yok,bu kırgınlık kendime.İnsanlara hala inanmaya devam eden,onların beni gözlerini kırpmadan kırmalarına izin veren bünyemde!

Bu yüzden çok kızgınım!Kendime kızgınım ve beni de korkutan bu!
Kendime kızınca fena oluyor herşey!Anka kuşu gibi kendi küllerimden doğamıyorum ben!
Sadece geriye benden kalan koca bir enkaz, havası alınmış balon!

Yıkıldım!

Artık güvenmeyeceğim, yeminlen! 

Yastıklar Konuşursa Tam Konuşur

Teknoloji aldı başını yürüdü. Neredeyse tüm alışkanlıklar değişirken yastıkaltı yatırım da tarih olma noktasında. Yastıkaltı yatırım konusunda yıllardır çalışan işin kahramanları yastıklar da sonunda halka seslenmeye karar verdiler.

Onların bakış açısından yastıkaltı birikimin zorluklarını, zahmetlerini dinledikçe stres yönetimindeki yeteneklerini takdir edecek, birikim güvencesiyle ilgili kaygılarına siz de hak vereceksiniz. Yastıkların bile `Yeter artık` dediği yastıkaltı yatırıma güvenli ve kazançlı bir alternatif olarak, neyse ki Garanti hep hizmetinizde.

Yastık altındaki altını ekonomiye kazandırmak amacıyla fiziki altınları mevduat olarak alan Garanti, 98 şubesiyle “Altın Salısı” hizmeti veriyor. Takı ve altınların değeri, altın eksperleri tarafından hesaplanıp Altın Hesabı’na yatırılıyor. Böylece altın birikimleri çalınma korkusu olmadan garantiye alınıyor.

NET Hesap ise farklı birikim hedefi olan müşterilere vade sonunda elde edilecek net kazancı ilk günden bildiriyor. Birbirinden farklı 4 hesap sayesinde müşteriler hem biriktirme alışkanlığı kazanıyor hem de vade sonundaki getirisini hesap açılışında garantiliyor.

Garanti'nin birikim ihtiyaçlarınız için en uygun çözüm önerileriyle ilgili daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz, yorumlar #yastıkaltıyatırım hashtag'inde.



Bir bumads advertorial içeriğidir.

27 Kasım 2012 Salı

#bimilyonneden: Nedensiz Mutluluk :)

Bazen moralin bozulur, bazen hiçbir şey seni mutlu etmez.

Bazen tam tersidir, her şey ama her şeyden mutlu olursun. Hatta o kadar mutlu olursun ki, etrafına da mutluluk bulaştırırsın. İşte tam öyle bir sabahtayım. Bi uyandım, kendiliğimden bi mutluluk yapışmış üstüme! :)

Önce ‘Bonino’ ile oynadım. Kendisi kedim olur, sonra bütüncül mutluluğumu ona da bulaştırdım.

Sonra Twitter’da şöyle bir şeye denk geldim. #bimilyonneden hashtagiyle herkes daha iyi bir dünya için milyonlarca şey yazmış. Ben de yazdım. :) Bence siz de yazın!

Hadi hoppa, daha iyi bir dünya için bi milyon neden var. Eminim var! :)



Bir bumads advertorial içeriğidir.

22 Kasım 2012 Perşembe

LimangoBox


Hasta yatağında insanın yapabileceği en güzel şeydir belki de alışveriş. Ne yapabilir ki başka insan?
Ben de o silsileye katıldım, paylaşayım dedim. Oldum olası E-Ticaret muhabbetine hastayım, vallah billah. Hele  de böyle uygun fiyata birşey gördüm mü ya da ne bileyim deneme boy ürünler falan içimdeki uyuyan canavar uyanıyor, elimde değil.

Ne zamandır gördüğüm ama cesaret edemediğim bir uygulamaydı aslında bu. Limango'dan epeyce alışveriş yaptığımdan kendilerine güvenim tamdı, o ayrı. Amma hani bu benzeri uygulamaları yapan firmalardaki gibi acaba sorusunu kafama getirmedi desem, yalandır. Derken, battı balık yan gider, ne kaybederim ulaaaan dedim ve sipariş ettim.

Her ne kadar kutunun elime geçiş süresi sevgili gıcıkolasıca Yurtiçi Kargo çalışanları yüzünden gecikse de sonunda aldım. Zaten bunu ayrıca, uzun uzun destansı anlatımımla yazmam gerek, ne zaman Yurtiçi Kargo'dan bir beklentim olsa, sağolsun bulunduğum yerdeki şube çalışanları zile basma tenezzülünde bulunmuyor, ille de ayaklarına gidiyoruz zakzukların. Hayır, takip koduyla takip ediyor, en kibar halimle şubeyi arayıp kargom var lütfen zile basın, kağıt koymayın, olmazsa mevcut numaradan arayın, evdeyim bugün desem de pek de sallamıyorlar sağolsunlar. Burada yetkililere sesleniyorum: Kayın fırçayı, hastayım lan yazık! 

Derken, kutunun kutu kalitesi pek hoş, tasarımı beğendim. İçinden çıkanları tek tek fotoğraflandırmayacağım ama bir bakın neler varmış, anlatacağım.


İçinden totalde 14 ürün çıkıyor, bunun yanı sıra +2 ücretsiz kargo imkanı sunuyorlar. Duyduğuma göre, daha önceki kutular daha iyiymiş, +3 kargo ne bileyim işte, ürün sayısı fazlalığı falan. Bu duyduklarıma rağmen, ben şahsen çok beğendim. Gelelim ürünlere ve fiyatlarına:

Max Factor 2'si 1 Arada Fondöten+Serum 30 ml : 62 TL

Ürünün numünesi çıktı, ama kendisini pek beğendim. Gelecek ay, mayış yatınca alacağım,BB'lerden daha etkili, yağlanma yok, akma yok.

Skincode Yoğun Sıkılaştırıcı Serum 150 ml: 100 TL

Yine numünesi ama hani yeterince doluydu içi, birkaç kez kullanılabilir. Daha denemedim ama aldığım tepkiler ve okuduğum yorumlar iyi olduğunu gösteriyor, eğer gözenekleri genişlemeye meyilli bir cildiniz varsa, neden olmasın?

RefectoCil Kaş ve Kirpik Boyası 15 ml: 17 TL

Bunu bir arkadaşa vereceğim, onun kullandığı marka, kendisi İngiliz sarılığını taşıyan en İngiliz bence. Benim Türk tenim, buğday renge uygun kumrallığımda ihtiyacım yok, zaten oldum olası kaş boyamaları beni irite ediyor, neyse.

Alix Avien Ruj 4 g.: 16 TL

Gerçek boyutunda olan bir ruj, cidden bu ruj geldi ki ben ruj manyağıyım, rengi de şansıma en sevdiğim tonlardan çıktı. Pek yumuşak, pek mat, pek sürümü kolay. Hııım.

Pastel Parfüm 75 ml: 26.90 TL

Minnacık bir şey. Koklamadım bile. Pek beğeneceğimi sanmadım. Kardeşim böyle minnakları cüzdanında taşır, ona veririm diye beklemede.

Alterna Şampuan ve Saç Kremi 250 ml: 55 TL

Yuh! demeyin. Bugün büyük boyutunu sipariş verdim, ilk kez saçım tararken bile dökülmedi, minnacık numünesine güvendiysem düşünün bre.

NOB Oje Temizleme Mendili 30 Adet: 3.50 TL

Valla beğendim, gerçek boyunu göndermişler, ellerine sağlık. Çıkarıcısı çok kaliteli, fiyatı da uygunmuş ama nereden bulurum bilemedim.

Dove Cream Bar Sabun 50 gr: 1.50 TL

Orta boyunu göndermişler, adını öyle koydum. Zaten yıllardır kullanıyordum, iş yerine götürdüm, mis oldu mis.

WP Wipe Makyaj Temizleme Mendili 20 Adet: 6TL

Gerçek boyunu göndermişler, şimdilik fena değil ama ben yine makyaj temizleme sütünü tercih ederim heralde, bu tam çantalık.

Pastel Oje 18 ml: 2.45 TL

Biiiikere fiyatı her yerde 2.50 bizi kandırmayın:) Rengi gold. Hiç o rengim yoktu, iyi oldu, kocaman da boyu oh sürer sürer gezerim:)

Alix Avien Göz Kalemi : 3.60 TL

Şansıma siyah geldi, pek sevdim. Sürümü kolay, dayanıklı. Fiyatı da uygun ama sanırım alerjik muhabbeti araştırılmalı. Ben gibi her boka alerjisi olanlar temkinli napsıııın.

Coca Cola Dudak Parlatıcısı 4g.: 5 TL

Bunları kim alır diyordum, gerçek boyu geldi. Denemedim, bulantılarım var diye ama deneyince günceller  burayı yazarım, söz.

Bioderma Yüz ve Makyaj Temizleme Toniği 500 ml: 60 TL

Minnacık minyatür boyu geldi ama hani cidden söylendiği kadar etkili, elimdeki bitmeden bunu denemek amaçlı sipariş verdim, hadi bakalım battık annem!

Rexona Deodorant 35ml: 7.50 TL

Mini boyu geldi ama çantaya atmalık, ben iş yeri dolabıma koydum, zaten kullanıyordum, pek iyi oldu.

Açıkçası gelecek ay da almayı düşünüyorum ama hani bana böyle esktra ürünlü bir kutu gönderse Limango keşke.

He ücretine gelince, sadece 17.99 TL ve bunu 3 taksite bile bölüyorlar, ilginç di mi?

Bir LimangoBox - Üsturupsuz Yazar Deneyim Günleri'ne son verirken, dualarınızı istiyorum, bu günlerde çooook ihtiyacım var, yoksa 4 kollu bekler beni.

xoxo

10 Kasım 2012 Cumartesi

Saçma Sapan Meraklar #1


Saçma sapan meraklarım var bu aralar. Durduk yere saçma sapan meraklar bir de.
Tam işin en deli dolu deli dizgin sıralarında aklıma saçma sapan şeyler geliyor, işe odaklanırken nasıl da olur bilemem ama geliyor kardeşim. Tuhaf işte.

Dün mesela aklıma geldi. İnsanın en zor dayandığı şeylerden birisidir uyku. Uyku geldiği an, insanoğlu sksen dayanamaz, hani yer, durum, saat, hal fark etmez; kafa öne doğru, sağa doğru kayar gider uyursun, amma ne zamanki kafaya bir şey taksan ya da bir saat sesi ya da bir su damlası, şıpırtısı gözden akan uykuyu alıp götürür. Ya da gecenin bir saatinde, hani uykunun en tatlı anında ansızın çişin gelir de nasıl olursa hooooop insan kurulu saat gibi kalkar, bilinmez.

Dün gece kalktığımda düşündüm bunu, daha bir ton şey düşündüm ve otomatik olarak kafamda blog yazmaya başladım, saçma. Bilirim, saçma ama kafama takınca yazdım da çizdim, biçtim doğradım.

Saat 5.12 falandı, işte o civarlar. Anlamsız.

Sonra düşündüm.

Ve mesela lokantaya gitseniz yemek yemeye ya da bir kafede bir tost yeseniz, içinden bir kıl çıksa, tüy çıksa direkt garsonu çağırıp en çingene hallerde, en cazgır hallerde garsona fırça çekilir ve laf üstüne laf söylenir. Amma insan kendi saçını ağzına alır, tutar koparır, ne bileyim kızlar bunu hep yapar, oynar da oynar. Ya da saçı yağlı bir insan tiksinç gelir de sevdiğinin saçı yağlansa bile o yağ değil, gül kokar, baldır, candır. Taam, burada işin içine sevgi falan giriyor, hadi bunun mantığı var da insan neden kendi saçının yağına tahammül edemez peki? Sanırım kendimizi pek de sklemiyoruz ha?

Sonra dün düşündüm dedim ya, hani tuvaletten sonra, gecenin o kör saatinde, malum Türk'ün aklı hesabı, ayıptır.

Ve mesela neden herkes çişini yaptıktan sonra ya da kakasını tuvaletin deliğine doğru bir bakış sallar?
İğrençsiiiiiiiiiiiiiiin ay berbatsın rezilsin pisliiiiiiiiiik diyen varsa sadece gülümsüyorum :) Bu eylemi yapmayan kaç kişi var Allaaaaasen?

Ben yapıyorum şahsen, çişimin renginden 40 yıllık uzman doktor gibi böbreklerimin durumunu analiz edip içtiğim su oranını ölçüp biçiyorum, ona göre daha az daha çok su içiyorum falan. İnsan 25 senelik ömrü hayatında sayısız kez doktora gidip her bir seferinde aynı şeyleri duyunca kendi kendinin doktoru oluyorum hocam, mesele bundan ötürü.

Ve mesela bir yerde, orada burada burnunu karıştıran birini görseniz, tiksinirsiniz; bu kişi, ailenizden biri de olsa bir ton laf sayarsınız, ben sayıyorum valla, ama kendim oh karıştırıyorum, hatta minnacık çocukken oraya buraya sürerdim sümüğümü. Taam, insan kendinden tiksinmez, yabancılara kapalıdır da ulan madem burun karıştırmak ayıp bişiiii e biz neden yapıyoruz? Bize gelince ayıp kavramı değişiyor mu acaba? Sanırım bu kavramın oynaklığına bağlı biraz da.

Daha zilyon tane olay var da işte dedim ya saçma sapan şeyleri düşünüyorum bu aralar, mantık arıyorum, o zaman soralım ateistler buna ne der?

Caiz mi?

7 Kasım 2012 Çarşamba

Tohumlarımızın Nesli Tehlike Altında!

Binlerce yıllık tarım geleneğini barındıran Anadolu topraklarında yetişen yerli tohumlar yaşamın sürekliliğini temsil ediyor.

Atadan kalma tohumlarımız;

* Lezzetli ve sağlıklı gıdaların temini için birer genetik hazinedir
* Binlerce yıldır değişen koşullara uyum sağlayarak günümüze ulaşmayı başarmış numunelerdir
* Tarımsal biyoçeşitliliğin önemli bir parçası ve yaşamın sürdürülebilirliğinin olmazsa olmazıdır
* Dışarıya bağımlı kalmaksızın ülkemizin gıda güvenliğinin teminatıdır

Ancak bugün Anadolu’ya özgü yerel tohum çeşitliliğimiz yok oluyor. Tek seferlik, ticari tohumların egemenliği nedeniyle gıdamızın ve geleceğimizin güvencesi yerli tohumların nesli tehlike altında! Yeryüzünde zengin çeşitlilikteki yaşamı sürdürebilmek, atalık tohumlarımızı gelecek kuşaklara aktarmamıza bağlı.

TOHUM TAKAS AĞI, yüzyılların bilgisini taşıyan yerli tohumlarımızın korunup yaygınlaşmasını amaçlıyor.

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin, Adım Adım Oluşumu desteğiyle yürüttüğü TOHUM TAKAS AĞI KAMPANYASI’na destek olarak,

* Anadolu’nun dört bir yanındaki ekolojik çiftliklerde yerli tohumların çoğaltılarak paylaşılmasını sağlayacak;
* Bu toprakların yüzlerce yıllık bereketinin, lezzetinin, besin zenginliğinin ve kültürünün gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için sağlam patikalar oluşturacaksınız.

Verdiğiniz desteğin her kuruşu binlerce yeni tohuma dönüşecek...

Kredi kartı ile bağış yapmak istiyorsanız: https://www.bugday.org/portal/BagisAdimAdim.php

EFT/havale yoluyla bağış yapmak istiyorsanız:
Alıcı Adı: Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
Garanti Bankası Karaköy Şubesi - Şube No: 400
Hesap No: 6295240
IBAN No: TR67 0006 2000 4000 0006 2952 40

www.bugday.org - www.yasasintohumlar.org
facebook.com/BugdayDernegi
twitter.com/BugdayDernegi
Twitter paylaşımlarınız için hashtag: #YasasinTohumlar

Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

2 Kasım 2012 Cuma

Bir Oda Dolusu Yarı Çıplak Kadın

Acidcow.com'dan alınmıştır

Yıl olmuş 2012, hala hastanelerde röntgen odalarında çıpıl çıpıl bekleyen hatunlar var.
Yazık Türkiye'm yazık!

Bugün kaç haftadır bünyemde baş gösteren göğüs, sırt, bağır, böğür ağrılarım için doktora gittik. Oldum olası hastanelerden nefret ediyorum, elde değil, şu zavallı bünyemin yediği iğneyi ilacı, serumu hortumu neslimin genç insanları yememiştir, sittin senede kalıbımı basarım, yemeyecektir, bilirim. Yapacak pek bir şey yok işte, nasip dedik, kısmet dedik, çekiyoruz şükrederek.

Doktora gitmek de pek bir sorun değil de, hani o doktorlardan daha bir doktor olmuş, profluklarını sanki dünyanın en ünlü Tıp Akademisi'nde bitirmiş olan hasta bakıcı ve bilmem neyimin, kıçımın kenarı hasta kayıttakilerle konuşma zorundalığı var ya canı çıksın. Hayır, sanki neyime kasılıyorsun, bokumu ye it evladı, sanki lütfeder gibi konuşmalar falan.

Alt tarafı, hasta dosyasına adımı yazıp sıra numarası verecek de bir ton surat.

Zaten anlamıyorum ki neden insanlıktan nasip alamamış nerede it var nerede göt var, devlette, sağlık kurumlarında, eğitim mekanlarında maşallah baş köşede kendileri.

Eziklikten midir artık yoksa cahillikten midir bilemem ama havasından yanına yanaşılmıyor haspaların. Hani bu türlerin kadınlarına alışmıştım, taaam dedim, karı milletidir normaldir de erkeğine de pek rastlamamıştım. Hor mu gördü nedir bilemem ama sorduğum sorulara bile pek de cevap verme zahmetinde bulunmadı bugunki hasta kayıt elemanı. Kendilerine mesleklerini sorsanız tıbbi sekreter derler ya siktirsin ibne. Zaten bunu da anlamıyorum, ne zamandır sekreterler yönetici asistanı, hasta kayıt elemanı tıbbi sekreter, garsonlar servis elemanı oldu. Hayır, küçümsediğimden değil, yanlış anlaşılmasın da insan mesleğinden utanır mı? Utanacak şey vermesin Yaradan, bu ne eziklik dürtüsü. He, bir de şu var, biz sizin 4 senede aldığınız eğitimi 2 senede sıkıştırılmış şekilde alıyoruz. Hı anan zaaa xdxdxd

Kime neyi ispat etme çabası, ayıp mı la?
Herkes doktor olaydı, hastalarla ilgilenecek  hasta bakıcı kim olacaktı?

Neyse, konuyu daha da saptırmadan, geçtik doktorun odasına, kendisi artık can ciğer kuzu sarması, neredeyse 1,5 senedir git gel yollar patiska olduğundan, daha anlatmadan bir film görelim bööle olmaz Üsturupsuz dedi. Sevdiceğim de kendi kelamını anlattı, röntgen odasına doğru yol aldık.

Acidcow.com'dan alınmıştır

Türkiye'nin göz bebeği, İstanbul'un Avrupası'nda, röntgen odasına giderken resmen gözümün önünden yarıkapalı gözlerle izlediğim türlü filmler geldi de geçti. Bodrumda bulunan röntgen odasına giden yol rutubetli, bir o kadar karanlık, bir o kadar da tuhaf. Hani ampüller yarı yanar söner şekilde. Kıyıda köşede eski medikal malzemeler, mesela bir dişçi koltuğu fil devrinden kalma, yok işte kutular, serum takılan o askılar falan, resmen bööle kanım çekildi. Sevdiceğim'in arkasına saklandım. Röntgen odasına girdiğimde bir abla elinde kitap okuyordu, kitabı biii za'met bırakıp gir odaya soyun dedi ve demesiyle içeride 3 kişi daha yarı çıplak bekliyordu. Soyunma odasına asılan südyenlerden durumu anladım. Üzerimde askılı, beklemedeyken etrafa baktım.

Yıl 2012 olmuş, röntgen çekimi tam bir fiyasko.
Miladı dolmuş bir cihaza sırası gelen geç modunda bekleme sırasında.
Yarı çıplak.
İstem dışı milleti izledim.
Suratlarda çıplaklığın verdiği utangaçlık.
Bir telaş, bir tuhaf hal.

Bir yandan da sağlık teknisyeninin suratsızlığı. Bok vardı geldiniz, kitabımı okuyom ben laaan şekli. Sıra bana gelince, utana sıkıla çıktım 3 saniye sonra indim. Aceleyle giyinip odadan çıktım. Telaşıma anlam veremeyen Sevdiceğim kocaman bir kahkaha patlattı. Kendisi röntgen konusunda benden daha deneyimli olduğundan normaldir geçen geldiğimde içeride 6 erkek vardı sırada dedi.

Ulan dedim.

Gerçi pek şaşmamak gerekir, ameliyat sonrası hamile kalan genç kızlar, içinde bıçak unutulan ablalar, komada tecavüze uğrayan kişiler, çocuğu çalınanlar ve dahası.
Türkiye işte burası. Yıl 2012 olsa ne yazar 2022 olsa ne yazar, hedefi 2023 olsa ne yazar 2013 olsa ne yazar. Sıçtığım bok aynı, ha koyu ha açık.

P.S:  Sonuçlar Pazartesi alınacak, dualar edile.

1 Kasım 2012 Perşembe

Sabrımın Son Noktası: Üst Komşum


Resmen sinir krizi geçireceğim.
Bazıları gerçekten pek bir orosbu çocuğu oluyor, yalan değil.
Aslına bakarsınız, bu yazıyı biraz daha sakinleşince yazacaktım ama hani artık bu konuda pek de bir sabrım kalmadı. Sessiz sakin, sukünet içindeki bünyemin altındaki pek de insan olmayan, en yırtık hallerimi çıkarmamak için bildiğim bütün duaları okuyup üflüyorum. Bizim beye de aynı sakinliği kibar kibar aşılıyorum ki erkektir deli akan kanı sakin dursun diye. 

Ama kardeşim bu kadar orosbu çocuğu da olunmaz ki!

Bilirsiniz ne zamandır ev arıyorum, tutuyorum, yok işte taşınacağım, yok eksiğim gediğim derken, hastalıktan yakamı kurtardığım 3 saniyede ev tuttum. Üniversite yıllarımda da pek bir ev arkadaşı, oda arkadaşı muhabbetinden şansım yaver gitmediğinden, yoğurdumu üfleyerek yedim. İstanbul'un bütün adi, bütün şerefsiz emlakçıları ve ev sahipleriyle tanıştıktan sonra, kendime en temizinden düzgün bir ev buldum. Üstelik merkezde, üstelik adam akıllı bir ev sahibinden. Allah için, kaç zaman oldu, bir yamuğunu görmedim adamın. 

Görmedim görmedim de benim işim gücüm ne ara düzgün gitti ki?

Kirası uygun, merkezi, ne büyük ne küçük, klimalı, kombili, yerlerinden tavanına güzel ama...

Zaten her bir güzel şeye amaaaaaaaa diye başlayan cümleler kurmasam olmaz.

Ama yaşaması bile haram olan, ağzını burnunu kırsan gel bir daha kır diyebileceğin, hani bulaşılmaması gereken, orosbu çocuğu demek bile az gelen bir üst komşum var. Komşunun sonundaki -m eki kesinlikle sahiplik eki olarak algılanmasın. Annesi babası ortaya sıçmış bırakmış bu tipi, belediye bile almaz, o kadar.

Taşındığım günden beri ne sesi biter ne müziği ne kahkahası ne küfrü. Her gün sakin sakin biter,susar,sesi keser diye bekledim de bekledim. Sabırla! Hayır, o kadar sabır gösterdim ki kendime bile kendim inanamadım. Peygamberin sabrı misali, hayırlar ola dedim. Ama bir noktada tıkandım. Dünyanın en kibar en sakin en güzel kızı mode:on şeklinde gecenin 1.45'ine aldırmadan, üst kata çıktım. Kibarca, saat 1.45, yarın sabah işe gideceğiz az biraz sessiz olsak teyzeciiim diye rica ettim, ettim etmesine de kapının kapanmasıyla ne annem kaldı küfredilmeyen ne babam! Üstüne üstlük evde bulunan dedeyle ve neneyle bol küfürlü konuşan o orosbu çocuğu, ardından tak tuk gürültüsüne devam etti. Sonrasında, şamar sesleri duydum ki ne yazık ki bu şamarlar dedeye indiği kesindi. En son olarak, aşağı atılan bilgisayar ve devam eden küfürler canıma tak ettirdi! Ertesi gün nasıl bir hışımla ev sahibi aranır, nasıl saydırılır hatırlamıyorum.

Ev sahibi bu durumda ne yapar bilemem ama maşallah diyorum o günden bu güne tek bir ses duymadım. Gerçi az önce öküzün dölünün kapıları çarparak dışarı çıktığını duydum ama evde bulunma sayım az olduğundan geceleri bari huzur ver şeklinde beklemedeyim.

Hani bazı tipler vardır ya asla dokunulmaz, denilir. İşte ben onlara inadına dokunacak olan tiplerdenim. Sakinliğimi korumam sadece ve sadece Sevdiceğim'i karıştırmamak. Aksi halde inanın, sular kesik diye nenesine amına koyayım lan karı diye bağıran bir piç kurusuna en okkalısından geçirmek farzımdır. 

Dışarıdan bakanların adam sandığı, ama evde aslan kesilip karısını döven ibneler var ya işte bu da onlardan. Birkaç kez istemeden rast geldim de kendisi böyle hoş giyinen, bütün şişeyi üzerine kırmışçasına kaliteli parfüm kokan biri. Hani yolda görsen ya da bir kafede, Allah sahabına bağışlasın, ne temiz çocuk, eli yüzü düzgün dersin ama içi beni dışı seni muhabbeti. O insan kılıfının içinde tam anlamıyla bir götveren yatıyor ya bilemezsin. 

Bu aralar, Recep İvedikvari gülüşleri ve ağız dolusu ettiği küfürler yok ama hani o yürüyen yerlerini bir yerine soksam da keşke insan gibi yürümeyi öğrense güm güm etmese. Ettiği o küfürleri kendisine iade edeceğim bir gün gelir mi bilmem ama kaldırdığı her el için, dilerim Yaradan, ona da millete el açacağı anlar yaşatır. Bir kuytuda sıkıştırıp tecavüz ederler inşallah.Daha ne diyeyim!

Kendi bokunda boğulsun derler ya, işte bu daha fazlası.

30 Ekim 2012 Salı

Bu Dünürler Size De Tanıdık Gelecek!

Evli olan herkes, kendi annesiyle eşinin annesinin arasındaki çekişmeyi çok iyi bilir! Alttan alttan laf sokmalar, birbirleriyle rekabet etmeler, gözlerini devirerek imalı bakışlar... Vanish yeni kampanyası için çektiği videoda, dünürlerin bu tip komik atışmalarını çok iyi anlatmış! Yukarıdaki videoda birbirini çekemeyen bu iki dünürü siz de izleyebilirsiniz.

En çok sevdiğim şeylerden biri de, dünürlerin söylediklerinin yanı sıra aklından geçenleri de duyabilmemiz... Birbirleri hakkındaki gerçek düşünceleri, videoya büyük ölçüde mizah katmış. Oyuncuların mimikleri de bir o kadar iyi! Parodi tadındaki bu video çok konuşulacağa benziyor.

Üstelik Vanish’in Facebook hayran sayfasında, bu video ile bağlantılı bir aplikasyon da yer alıyor. http://bit.ly/omurbiterdunurgitmez adresine giderek ileride nasıl bir dünür olacağınızı öğrenebilir, pespembe bir çamaşır makinesi kazanma şansı yakalayabilirsiniz!


Bir bumads advertorial içeriğidir.

29 Ekim 2012 Pazartesi

Bugün Bayram, Hepinize Bayram Hediyesi: Mim

Bu fotonun yazıyla pek bir alakası yoktur.

Teee çok zaman oldu, mim'leneli. Sevgili Tutarsız Turşu'm beni mimleyeli ve benim taaam yazıciiiim dedim diyeli pek bir zaman oldu ama evet bahaneleri sıralayayım (: çalışıyordum,hastaydım,izne gittim geldim vs.vs. Taam taam susayım da cidden doğru, hani her birisi doğru ama yazmaya mecalim yoktu, pek bir üşendim. Bugün de evdeyken bari bir yazayım, pegh hoş olar.

Konumuz: 5 şey.
Önce pek bir anladım desem yalan olur, okudukça anlamaya başladım, size 5 şeyimi anlatacağım, dikkat kesilin lan. Önem sırası yoktur, alt alta olsun diye yazmışımdır.

Çantamdaki 5 Şey:

Cüzdan, gerçi minik bir çanta boyutunda. Malum baağyan cüzdanı.
Kartlık, zilyon tane kartım, indirim şeysim olduğundan.
Islak mendil, hastalıklıyım sanırım, her bir dakika elimi siliyorum, hele de yazı yazdıktan sonra falan.
Anahtarlarım, enaktar olmazsa olmazım değil ama bu aralar, bensel yaşadığım içim lazım hacı.
Kalem-lerim, göz kalemi falan değil, bildiğimiz kalem, tükenmezinden tut da her birşeye lazımından.

***Buraya ek olarak, not defterim, şarj aletim, ilaçlarım, mendilim, ped'im, gözlük kutularım, yedek küpelerim, mini makyaj çantam falan filan. Deprem ihtiyaç çantası gibi işte. Yalan değil, el fenerim de var. 

Odamdaki 5 Favori Şey:

Minik yastığım, üzerinde dalmaçyalı köpüş resimleri var, yiring.
Aile fotoğraf-larım, özlüyorum yalan değil :(
Sevdiceğim'le fotoğrafımız, ilk tanıştığımız gün çekilen, sarardı resmen, olsun aşkımız solmasın <3 p="p">Gece lambam-kitaplarım, ayıramadım bu 2'liyi, n'apalım?!
Kumbaram, gelsin paralar, biriksin mangırlar.

Bu Ay Planladığım 5 Şey:

Doktora gitmek, ameliyat için, götüm yerse tabisi.
Tablet almak, bir yerim şişti herkeste var.
İzin yok artık malum, siksem de izin koparamam ama vakit bulursam biraz şöyle evimde dinlenmek.
İzleyemediğim bütün dizileri izlemek, plan değil de temenni diyelim.
Bir arkadaşın tiyatro oyununa gitmek, biraz sosyal olayım artık pof.

Almak İstediğim 5 Şey:

Tablet. Ulan az önce yazmıştık ya neyse.
Fotoğraf makinesi, bööle yarı prof. olsun diye uğraşıyorum da ulan tarla fiyatına makine var resmen.
Yeni kitaplar falan, isim isim yazmiiim diğ mi?
Sırt çantası, ki kendileri Türkiye'de satılmıyor, yurt dışından gönderseler pof.
Mont, bööle kapşonlu bişi işte. Soğuk lan İstanbul.

***Up-dated:MacBook alsam iyi olur lan; fena biiiisiiiiy!

Beni Mim'leyen Tutarsız'ım da Etkilendiğim 5 Şey:

Pek bir oturup göz göze kaynatamasak da hatun sağlam. 5 Şey'e sığdırmak istemem amma;

Kendisi pek dürüsttür, ööle koftiden değil.
Ortalıkta mal mal gezinen boş hatunlardan değil, kafası çalışır.
Sadıktır, sevdiceğine sahip çıkar, destekçidir.
Kargaşa olsa da an geçmez orta yolu bulmaya yanaşır, baldır.
Hanımdır, ahlak bilir, din bilir, bayrak bilir.

Maşallah diyelim <3 p="p">
Şimdi benim birilerini mim'lemem gerek ama tek tek isim saymak istemiyorum, affınıza sığınarak.
Sadece okuyan herkese lan yazın mim diyorum.

Sevgiler.

27 Ekim 2012 Cumartesi

Bumerang Ödülleri



Pek uzun yazmayacağım, sadece bana oy verin diyeceğim:

http://bumerang.hurriyet.com.tr/bumerang-odulleri/35031.htm

Beni seven sevmeyen, beğenen beğenmeyen herkese selamlar.

Yalarım xoxox.

Ortamın Amına Koydum!


Yeni ortamlara pek kolay adapte olan insanlardan olamadım ben. Bu yaştan sonra da olabileceğimi pek sanmıyorum, ne bileyim. Biraz yadırgı durdum yeni ortamlarda, yani sırıttım. Sıcakkanlı oldum hep o ayrı, her daim her zaman çarçabuk muhabbete daldım, süper konular da açtım ama hani öyle ortamın geçici olmasının verdiği rahatlıktandı bu bilirim. Bana ait olmadığından belki de rahattım, rahat davrandım. Ama ne zaman ki bana ait birşey oldu, darlandım, yavaş yavaş kendimi alıştırmaya çalıştım.

Ağzımdan sular akarak aldığım kazağı giyemedim; ne bileyim işte param olmaya olmaya aldığım bir kitabı bile, o kadar merak etmeme rağmen, hemencecik alıp da okumadım, yavaş yavaş gıdım gıdım yanaştım. Benim olmasına odaklandım.

Bunun nedenini hep çocukluğuma bağlarım, belki de düz mantık ya, her şeyi çocukluğa bağlamak, çocukluğuma bağlarım. Kolaydır zaten, çocukluğa bağlamak. Annem sağolsun, küçükken beni dışarı çıkartmazdı, hep böyle cam çiçeği oturtur cam kenarına, elime bir boyama kitabı verir, birkaç tane de boyama kalemi verir, hadi otur bakalım sessizce derdi. Otururdum. Sesim soluğum çıkmazdı, usluca taa babama gelene dek, sesim soluğum çıkmazdı.

Bundandır belki de, ne zaman sokağa çıksam binbir izinle, ne yapacağımı bilemeden, öyle kenarda köşede durur, birinin gel demesini beklerdim. Korkaklıktan mıydı yoksa heyecandan mıydı hatırlayamam o kadarını, pek geçmiş zaman.

İşte bütün bu konu, bu adaptasyon sorunu annemin beni korumak adına dışarıya çıkartmamasıyla başladı. Gerçi yalan da söylemeyeyim, benim de pek içimden gelmezdi, dışarı çıkıp o bilindik oyunları oynarken, terlemek. Onun yerine, evde oturup kendi hayal dünyamda eğlenmeyi pek severdim, severdim de bir yaştan sonra, benimkisi biraz fazla uyuzluğa girdi.

İlkokuldayken mesela, çok usluydum. Fena usluydum, o kadar usluydum ki, servise biner, servisten iner, okula gider, okuldan gelir, dersi dinler, derse çalışır, yaşardım. Ortamlara alışmak da hala sıkıntım vardı, benim olmadığı sürece her ortama pek bir yabancı kalırdım.

Ortaokuldayken mesela, çok sessiz sakin bir kızdım. Yine aynı git gel git gel. Tabi sosyal aktiviteler falan, gırla gitsin, hani o sosyal kulüpler falan. Çok iyi ama yine pek mütevazi. Sessiz. Kravat falan hani, tam böyle kibar öyle hanım hanım. Ortam kavramı benim için pek bir yabancıydı, kelli. Kendimi yarış atı gibi hissediyordum, Anadolu Lisesi'nde okumam aileme pek yetmemişti, ille de Fen Lisesi olmalıydı. Çarçabuk yıllarım geldi geçti o aralar sanki.

Lisedeyken ortam ben gibi görünse de yine kendi içimde bir yalnızlık. Ortamdan uzaklık. Zaten aşk meşk durumlarına aldanıp kendimi ortamdan soyutlayan yine ben olmuştum ya hadi neyse. E yalan değil, 7/24 üniversite sınavına çalışan ben yoktum, yalnızdım ya da öyle.

Üniversiteye gelince durum değişti. Tabiri caizse ortamın amına koydum. Sosyalliğin dibiydim, olmam mı emmim? İlk zamanlar böyle az biraz çekinsem de yırtık hallerimle cidden amına koydum ortamın. Zaten kuyruk acım vardı, terkedilmiştim, boynuzlanmıştım dahası. İşte bundandır ki sıçmıştım ortama. Gerçi sonrasında, yine kendime gelip o değişikliklere alışmayan hale bürünmüştüm. Pek gözel.

Nerden geldik bu konuya?

Ortamlar ve işte soyutlanma duygusu.

Aynen öyle.

Eve geldim mesela, malum bayram. Bayram yazısı yazmayı da düşündüm bir ara ama çok klişe. Hı sanki farklı yazınca çeyrek altın kazanıyoruz ya, e işte eve geldim ve pek bir yabancıladım yine. Bu sefer malum artık tam aile mode: on şeklinde olduğumuzdan, alışamadım. Daha doğrusu, alışamamıştım. Böyle evin fazla düzenli olması şaşırtmıştı. Mış'ti miş'ti diyorum ki gitmeye yakın İstanbul'a, alıştım bu ortama. Zor geldi, ilk maaile kahvaltı falan da şimdi böyle bir güzel ha.

Ama dedim ya ortama ilk giriş pek bir esas nokta ben için, oldum olası sahiplendiklerimi belleyip gerisini unutmuştum ki şimdi sanırım aile muhabbetini de kabullendim. Ne bileyim güzel. Böyle farklı, her ne kadar 20 sene sonra gelse de cidden hoş. Maşallah.

16 Ekim 2012 Salı

Sevgilinizi Hararetlendirin

Son günlerin en gözde Facebook uygulamalarından bir tanesi de Lipton Ice Tea Hararetmatik. Lipton Ice Tea Türkiye sayfası üzerinden ulaşabildiğiniz Hararetmatik uygulaması, IVR teknolojisiyle gerçekleştiriliyor. Türkiye’de ilk defa, yapılan şakayı kayıt etme özelliğine sahip bu teknolojiyle oturduğunuz yerden istediğiniz arkadaşınızı şakalayabiliyorsunuz. Bunun için tek yapmanız gereken, Facebook listenizdeki arkadaşlardan dilediğinizi seçip telefonunuzu ve hararetini yükseltmek istediğiniz arkadaşın telefonunu yazmak. Bu basit işlemden sonra Türkiye’nin son dönemdeki gözde komedyenlerinden İsmail Baki tarafından canlandırılan 5 ayrı telefon şakasından birini seçebiliyorsunuz. Günde 3 şaka hakkınız var ve unutmayın her arkadaşınıza sadece bir defa telefon şakası yapabilirsiniz.

Olay sadece şakayla da bitmiyor tabi. Eğer arkadaşınız şakayı sonuna kadar dinleme sabrı gösterirse hem siz hem de o SMS ile birer çekiliş numarası almaya hak kazanıyor. Her hafta sonunda da en fazla çekiliş hakkı elde eden kişi ise içi dolu, özel bir Lipton Ice Tea dolabı kazanıyor.

İsmail Baki’nin birbirinden renkli taklitleri ile eşinizi, sevgilinizi de tatlı tatlı kızdırabilirsiniz. Zaten duyduğuma göre özellikle karı-kocalar birbirlerini bolca şakalıyormuş. Yeni bir heyecan arayışı mı, soğuk yenen intikam yemeği mi orasını ben bilemem. Tek bildiğim bu şakaların gerçekten de çok keyifli olduğu.

Siz de aşkınızda hararet derecesini biraz artırmak istiyorsanız uygulamanın linki burada.

https://www.facebook.com/liptonhararetmatik/app_395429340516909

Seslendirmenin yapıldığı stüdyodan kamera arkası görüntüler ise çok eğlenceli:

http://youtu.be/bmkAfVBRBT4

Bir bumads advertorial içeriğidir.

10 Ekim 2012 Çarşamba

Çok Ateşli Hatunum Vesselam!

Katy Perry - The American Idol

Hastayıııııım fena.

Sabah işe gittim ve öğlen arasında işten geldim, biraz dinleneyim diye. Resmen sürünerek geldim eve. Geldiğimden beri midem bulanıyor, bin kez kustum sanırım, baş ağrısı benimle beraber rekor kırıyor, resmen kendini aştı. Ateşe gelince, bilmiyorum, yerli yersiz ağladığıma göre ve bir üşüyüp bir yandığıma göre ve bir de saçmaladığıma göre evet, performans sağlam. Oleeeey!

Kaç gündür fenalardaydım zaten, iş yerinde bir arkadaşın hasta olmasından sonra, sıranın bana da geleceği aşikardı da olmadı bu olmadı. Tam da böyle kendimi yeni yeni hissetmeye başlamışken. Sesim yine travesti, bedenim ise çuval gibi. Şiştim şiştim resmen ağrıyor her yanım, kemiklerim mi kırılıyor yoksa?

Antibiyotik aldım, almasam dedim de aldım; alerjim olmayan bütün ağrı kesicilerimi aldım; evet, sıçmışım hastalığına, sıkıysa daha da fenalaşayım. Offf annem. Hastayım yahu. Başım fena ağrıyor, ağrıyorsa git siktir ol git uyu diyecekseniz diyebilirsiniz, zaten şu an resmen kafama kadar yorganı çekmiş tek parmakla yazıyorum, amacım ne? Biraz kendime gelmeye çalışmak.

Annemleri aradım, maşallah pek de iyiler, çay'lıyorlarmış, ne demekse bu da? Yeni bir deyim olsa gerek. Resmen içerledim, hastayım dedim de nane limon iç ah dediler sadece. Hani sevgi sözleri, hani ya.
Hıh valla hastayım yahu.

Burnum bir aksa, akmıyor siktiğimin burnu. O da akmıyor, aksa biraz başımın ağrısı gidecek belki de.
Sevdiceğim de toplantısı vardı, ertelemiş geldi, yerim diye yemek hazırladı; O'na yedirdim, azıcık yiyor gibi yaptım ama midemin benle bir derdi var anladım. İzin vermiyor.

Nane limon da içtim.

Biraz terlesem. Ama terleyemedim, donuyorum. Giyinince de terliyorum.

Of ya. Herkes bir orosbu çocuğu, zaten.

Nereden çıktı bu hastalık? Bıktım valla.

Haberleri dinliyorum bir de. İçim dışıma çıktı ulan, yine kaçasım geldi bu Türkiye'den. Ulan herkes herkesi sikmiş, herkes herkesi dövmüş, tecavüz zaten kaçınılmaz, birileri minibüs altında kalmış, önce bacağı gitmiş, yine aynı minibüs altında kalmış 3 sene sonrasında, ölmüş. 1 lira için birileri birilerine dayak atmış, birisinin parası çalınmış, sonra bıçaklanmış falan. Ateşim daha çıktı.

Pof. Yaradan hiç oralı değil mi diyesim geldi, ateşten ateşten.

He tek iyi haber, tecavüzcüsünü öldüren kadın beraat etmiş, oh teytey.
Gebersin ibne, gerçi gebermiş ama diğerleri de gebersin inşallah.

8 Ekim 2012 Pazartesi

O Zaman Gangnam Style

Pazar günleri bitince benim haftam bitmiş gibi oluyor bir bakıma.Malum hafta sonu mesai yapanlar için en yoğun zamanlardan birisidir Cumartesi Pazar'lar. Oh Yüce İsa! Çok şükür. Bitti bugün de.Bitti de resmen ağzım götüme yapıştı.Gerçi aşikardır ki güne yorgun başlayınca devamı fena zor. Bugün de fena yorgun uyandım, yataktan çıkmak hiç istemedim. Sürünerek çıkıp kendimi duşa attıktan sonra az biraz iyi geldi.
yazıp bıraktım dün akşam. Çok yorgundum, saçmalamaktan korktum ilk kez ve yarı da bıraktım.

Oysa, bir heves başlamıştım, sonra yazmaya üşendim desem yeridir. Gerçi bir heves başlayıp sonunu bağlayamama korkusuyla başladığım ve sildiğim çok yazım da olmadı değil.

İnsan yaşlandıkça daha bir edebi oluyor ebedi olma kaygısıyla ama ben de tık yok. Giderek okunmaz oluyorum, blogumun sonu mu geldi yoksa? Korkarım.

Bu aralar diye başlayarak yazmak istediğim çok cümlem var. Zaten ben hep bu aralar istiyorum anlamsızca her şeyi. Mesela'larım da var mesela.

Bu aralar fena çekirdeğe sardık. Öyle böyle değil her akşam aralıksız 2 saate yakın karşılıklı farklı laptoplar başında çıt da çıt da çıt şeklindeyiz. Sivilce mi olacakmış, kilo mu yapacakmış, koy götüne rahvan gitsin modundayız. Zaten maşallah ne yesem şişkinlik yapıyor, enerji yakımım fazla olmasına karşın, tamponlar genişlemeye yakın. Olmasa.

Mesele ben de mi bilemedim ama böyle yiyip yiyip tığ gibi kalanlar var ya, oldum olası tiltim o karılara. Hep içimde aynı küfür, yiyin de sıçamayın içiniz de patlasın bokunuzda boğulun diyorum, kusura bakmasın kimse. Bokunda boğulmak muhabbetine gelince, bir ara epey bir hastayken ben o dönem, sindirim boşaltım sıkıntısı çektim, doktor öyle fena bir ilaç vermişti ki adı aklımda değil, içmesem zehirlenecekmişin, işte bundan bilirim acısını ve bu bedduamın temeli sağlamdır, önerilir.

Ve bazen mesela, saçını başını yolmak istediklerimi kısa film tadında yerin dibine sokup geri çıkarıyorum, işte o an tıpkı filmlerdeki gibi festival tadında anlık zevkler yaşıyorum.

Mesela, geçen gün iş yerine gelen götümün güzellik açısından fark attığı bir hatuna kafamda ne komplolar kurdum, bilemezsiniz. Allah'tan aklımdan geçen cinlikleri kimse bilmiyor. Hatun kişisi gelmiş, mevcut surette verilen mesleki destek hakkında bilgi almak istiyor. Bunda absürt bir durum yok zaten de cümleye ben bu konuda sıfır bilgiyle size geldim diye başlayıp sonrasında beni salise sekmeden susturup gerekli bilgileri kendi kendine vermesi, siktirsin orosbu dememe neden olmadı değil.

He bir de bu aralar,her mal bana mı denk düşüyor bilmem ama, şeytana uysam her mala vuracağım o kadar; bugün kendime çanta almaya giderken, elindeki broşürü gözüme sokacak olan arkadaşın kolunu kırma arzusunu engelleyemedim, üzgünüm. Bir anda elini suratıma uzatıp mıkmık kevaşe ağzıyla yavşak yavşak konuşunca suratına giden elimi engelleyemedim, özür dilerim(!)

Mesela, kibarca verse broşürü çok da sikime takmasam da en azından bazı mallar gibi yere atmam, alır çantama koyarım, sonra eve gelince kibarca atarım, siktirip gitmem, bir hayırlı işler derim. Zor iş ne de olsa o ıslak havada çalışmak. Amma olur mu, Türkiye'de her işte olduğu gibi, işin ilk amacı karı kız sikmek, karı kız düşürmek olduğu için, önce asılacak ve tabi asılırken rahatsız edecek ve sonrasında esas konuya gelinecek. Gavurun dölü. Tövbe.

Bu aralar bir de fena Gangnam Style modundayım, iş yerinde, anlamsızca, etraftaki üst düzeylere aldırmadan o dansı yapmak ve dahası o dansı yapan ex-col'lara ağzımın suları akarak bakmak, en büyük zevkim. Sabahın en kör saatinde kalkınca bile dilimde o şarkı. Oh yeah!

Ancak bugün very big cat'ten izleyince tövbe edip susasım geldi, madem öyle hadi izleyelim:


Adnan Oktar - Gangnam Style ile Coştu - Very Big Cat

Ve gelsinler, orgazma hazır olun:


The US Naval Army

6 Ekim 2012 Cumartesi

Feminizm Kocayı, Komünizm Parayı Buluncaya Kadardır

Aslında dün yazacaktım da fena bir halsizlik oldu, yine.
Zaten ne ara götümü doğrultacağım meraklandım. Pek bir yalnızım bu aralar. Fena. Dost diye sarıldığım herkes, gemi batmak üzereyken gemiden kaçan sıçanlar gibi teker teker hayatımdan çıkmaya başladılar, iyi mi oldu kötü mü oldu pek bir kavrayamadım. Her geçen gün daha bir kullanıldığımı anlayıp ana avrat saydığım kişi sayısı artıyor da o da pek ayrı. Şu zamanda temiz kalabilen nadir insanlar arasındayım, her şeyine bu konuda iddiaya girerim, fena sidik yarışım ona göre.

Evdekilerle konuşmak, her geçen gün suda yürümek gibi. Zorlaşıyor. Aile bağları kuvvetlenirken, benim gözümdeki anne kavramı ve dahası daha bir değişik hale geldi, bu da canımı sıkmıyor değil hani. Amına koduğumun hayatında götümü doğrultamamak, yoruldum be.

Her bir sike isyan etmenin kime ne faydası var deyip deyip susuyorum.
Boğazıma kilitlenenlerle parmak atıp çıkarsam mı acaba? Anlayamadım ki. Bindik bir kerevete gidiyoruz selamete hesabında resmen it ayağı yemiş gibi dolanıyorum. Aklım öyle bir karışık ki yeminlen, bakıyorum da baktığımı göremiyorum.

***

Uzun süre sonra ilk kez İstanbul'u gezelim dedik, çıktık dün yola. Topkapı, Ayasofya falan derken. Para verdik Müze Kartı'na. Pek iyi başlamadı ama bu gezimiz. Fotoğraf makinesini unutan Sevdiceğim'e pek surat yapmayım dedim de yine carladım saçma sapan. Kafa siken karı misali. Bok kafalı olabiliyorum bazen o ayrı. Klasik karı muhabbeti mi ne?!

Sonra, ansızın bir tartışma çıktı, yok işte saçma sapan şeylere saldırdık birbirimize. Ama görseniz pek bir sakiniz. Elimizde su şişeleri, etrafa bakarak, gram ses tonlaması yükseltmeden, gözler kısık, tartıştık. Sonra, ayrılalım'a kadar gitti de olay nedense el ele bütün sarayları gezmekle bitirdik geziyi. Bizimkisi de pek bir farklı ayak. Gerçi sonrasında, bütün saçmalamalarımın malum kadınsal muhabbetlere dayandığını anladım da sustum. Keçi peyniri gibi eridim gittim.

Bu arada sarayları gezerken anladım ki padişahlar cidden ağzının tadını biliyor. Ulan o nasıl saray, nasıl bir zevk. Yuh lan diyorum yuh! E bi de önceki insanlar nasıl bir dev'miş. O nasıl kılıçlar falan! Atalarımız o kadar devken bizim giderek küçülmemiz, tuhaf lan.

Sarayı gezerken, sanırım Topkapı. Bir elinde cep telefonu, bilmem ne model. Bir elinde Starbucks'tan aldığı bilmem ne isimli buzlu içecek. Ablamız saraydan bi'haber Ay buraaası da pek havasız cümlesini kullandı ve o an birbirimize bakar olduk Sevdiceğim'le. Sarayı bile beğenmiyor haspam deyiverdik ki.Hayır, ne bekliyorsa ırıspı. Böyle full havalandırmalı, süper teknolojik disko toplu bir mekan mı?

Disko topu götüne girsin.

Sonra, bir de ablamız okunan Kur'an'a laf etti. Ay bu ne diye?!
Haybismillah tövbe estafurullah.

Şöyle şuh ve sen bir pisliksin bakışlarımı attıktan sonra halime baktım da şükrettim.

Bol köfteyle gezimizi bitirdik de ben İstanbul'un güzelliklerine doyamadım, tıpkı Sevdiğim'in kokusuna doyamadığım gibi. Yaradan herkese versin bu hissi.

Amin!Dinimiz amin!

29 Eylül 2012 Cumartesi

Ben Seninle Bilinçli Oynadım

Kadınların aleyhine yazıyorum diye beni pipili sanan hemcinslerim olmuş, pek eğlendim.

Hatta sesli sesli güldüm.

Kendimi ifşa etmem için bu kadar çabanız nedir bilemedim de çabaya gerek yok ki adam gibi bir ses etseniz belki bir gün bir çay içeriz, dostane sohbetler ederiz. Gerek yok bu kadar kasmaya birader, cidden kasmayınız.

İlk zamanlar cidden üzülüyordum, beni tanımadan etmeden millet yorum yapınca epey içerleniyordum da sonrasında koy götüne rahvan gitsin, sen bildiğinden geri dönme saydır hacum dedim kendime -ki görüldüğü üzere aynıyım.

E ne diyorduk?
Karı milletine kaydırmadan, laf sokmadan malzeme mi çıkmaz bana diye de düşünmeden duramadım. Neticede herkesin bildiğini anlatıyordum bir bakıma. Bu neyin üstelemesiydi pek de anlamadım aslında. Malum günleri, ağda zamanlarını anlatmadım nihayetinde.

Ama bana malzeme veren yine kendi cinsimken, ne yapabilirdim?

Mesela;

Bugün İstanbul'un en bilindik AVM'lerine girdim, amacım kayın'gillerim gelecekti onlara yemek yapmak için birşeyler almaktı. Ama tabi adettendir, her alışveriş öncesi çişe gitmek için kendime müsait bir WC aradım. Kat kat dolaşıp da tek tenha bulduğum WC bodrumda bulunandı. Her kuyrukta olduğu gibi, WC kuyruğunda da beklerken, zamanı kazanmak, boş zaman kalmasın diye yapılan eylemlere dikkat ettim. Bilmeyenlere söyleyeyim, biz kadınlar her salise dedikodu yapma potansiyeline sahibizdir ki bunun için yer, zaman fark etmez.

Ben altıma etme ve etmeme çizgisindeyken, önümdeki hatungiller birbirine sevgilisigilleri anlatıp benim gibisini bulamaz aaa ayol, bensiz bir hiç sözlerini yalayıp yalayıp bin kez dile getiriyordu. Sevgilisine nasıl yemek yaptığından başlayıp bensiz bir hiç o hiiiç klişesine kadar herşeyi dile getirdi hanım abla 3 saniyede.

Ki ben o sırada çişimi yapmakta ve dünyanın en mutlu kadını olmaktaydım.
Belki bilmezsiniz ama bir kadının orgazmı, alışverişten, kuaförden ve tuvaletten geçer.
Ben çiş yapma saniyelerinde lan bugün gideyim de bari blogun bokunu çıkarayım diye düşünmedim mi? Düşündüm, ondandır bu yazı.

Tuvaletten çıkıp kendime aynada bakıp oramı buramı düzeltirken abla hala sevgilisinin nasıl da onun kıymetini bilmediğini ve dahasını anlatıyordu. Hatuna bakınca, sokakta görebileceğimiz ablalardan pek de bir farkı olmadığını dakkasında anladım da bu öz güven ne? O ne öz güven o diyesim geldi de neyse bismillah.

Alışveriş için girdiğim marketin, daha sonrasında düşününce, aslında bize nasıl da sessizce girdiğini fark ettim ki oha 1 kg ete insanlar ev geçindirir lan! Alışverişe konsantre olamadığımdan mıdır nedir pek de zevk almadan eve geldim, yemek falan derken, misafir ağırladım. Ellerime sağlık.

Derken, WC'deki abla geldi aklıma, şimdi ben buradan pek de becerikli olduğumu ve nişanlımın benden daha iyisini bulamayacağını bas bas bağırsam siz de bana ulan ne becerikli hatunsun, süpersin, biiitanesin gazını verseniz n'olcak?

Var mı böyle birşey?

İnsanın kendini bilmesi yetmez mi?

Ayrıca, ben neden kendimi biriyle kıyaslayayım ki? Geçti o çocuk saflığı.
Herkesten güzeli, herkesten zekisi vardır elbet. Tabi benden daha çok seveni. 3in1 yani!Nah.

Tartışılma noktası, sevgiyse saygı duyarım da yok mikmik ütüsünü yapmışmış. Sikerim bu aşkı lan.

Ve bu şarkıyı WC'de işeme zevkimi elimden alan hatun kişisine armağan ediyorum:

Melisa Boyner - Süperdi

27 Eylül 2012 Perşembe

Ruhu Orosbu


Yok anladım ki beni bir düzgünü bulmaz.

Teee Allaaam! Seçiyorum sanırım. Yalancının yalanı bin para. Samimi olduğum, daha doğrusu denk geldiğim, hemcinslerim ya erkek arkadaşı tarafından terkedilmiş, saplantılı tipler olur, ya erkek görünce kendisini tepelere çıkarır, milletin ilişkisine çamur atar, ya sidik yarışı derdinde kültür abidesiymiş gibi davranır,ya mikmik ilişkisini anlatır kafa siker ya da kendi yalanına dolanına bokuna alet etmeye çalışır. 

Aaa bi de arayıp sormayıp hatır sormayıp kötü gününde yanında olmayıp işi düşünce arayıp soran var ki bu tipler genelde ilk önce ne zaman evleniyorsun sorusunu size yöneltenlerdir. 

Öncelikle, hepinize FUCK YOU! diyorum ve sonrasında;

Bundan kaç ay önce bilmiyorum ama sanırsam geçen sene Kasım ayı gibi üniversiteden bir arkadaş feysten mesaj atmıştı bana, İstanbul'a geliyorum, eğer ev arkadaşlığına kabul edersen, adayım diye. Kendisinden pek zarar görmemiş hatta az da beraber kısır yememiştik. Evlerimiz karşılıklı dairedeydi ki kendisi benim pek de samimi bir arkadaşımın arkadaşıydı. O dönem, neredeyse 4 sene 8 dönem beraber yemiş içmiş gezmiştik.

1 ay içerisinde İstanbul'da işe başlayacağını, nişan attığını falan söylemişti ki yalan değil fena da üzülmüştüm. Ne de olsa emek vermişti, şahittim. Derken ne oldu bilemedim, 1 ay içerisinde depresyondan çıkıp yeni bir ilişkiye başladı, tabi bu arada ben burada deli gibi ev arıyorum, gelecek diye tutacağım evlerin fiyatlarını ona göre belirliyorum. Sevdiceğim'le 108374 emlakçı gezip 73729 kez ev yüzünden tartışıyoruz, ha bu da cabası.

1 ay oldu 3 ay, 3 ay 5 ay derken, bir mesaj geldi: Çok mutluyum, evleniyorum! Ben ev derdinde onu beklerken, bu habere pek de sevinemedim, yalan değil. Velhasıl kelam, sonrası daha bir beni benden aldı, Sen evi tut, birkaç ay ben sen de kalırım, kiraya ortak çıkarım. İşte o an benim şalter attı, saydım sayıştırdım ve kendisine kalacak bir yer bulmasını söyledim. Kaç ay haspamı beklerken kiraya ortak çıkacakmış, sanki söz konusu kiraymış gibi. Orosbu.

Derken, aradan uzun zaman geçti ve sesi çıkmadı. Ta ki bundan 2 hafta öncesine kadar. İş yerinden odamı aradılar, santraldeki eleman beni birinin aradığını telefonum olduğunu söyledi. Telefondaki bir erkekti. Sesi algılayamadığımdan mı yoksa anlayamadığımdan mı bilmem ama telefonda konuşanı algılayana dek çatladım. Telefon eden bu orosbu ruhlu kızın sevgilisiymiş. Numaramı nereden bulduysa bulmuş, beni aramış.Bu hanım abla, gelecekmiş de ailesine benimle kalacağın söylemiş, annesi babası da biz de gelelim demiş, haberim olacakmış.

Haberim olacakmış mı?

O an sinirden resmen telefondan çıkıp adamın gırtlağına sokacaktım.

Kusura bakmayın, yardımcı olamam, ailem burada, ayrıca evim de pek büyük değil, keşke zahmet edip kendi arasaydı diyerek en kibar ama net halimle kapattım.

Tabi sinirden etrafımda ne varsa tekmeledim, bu da ayrı.

Derken, 
Bugün ben işteyken aramış. Beni arayan dostlar bilir ki ben işteyken pek de telefonla uğraşamam, vaktim olmaz. Sadece ailemle görüşürüm, o da ayrı, kimse alınmasın. Haliyle beni aradığını ta işe gelince fark ettim. Fark ettim ve edepten ötürü aramayayım dedim. Feysi açtım, bok gibi bir Türkçe ile yazılmış uzun bir mesaj gördüm. İşte beni bana bir şey teklif etmek için aradığını, ailesine benim evi gösterip ev kirasının yarısını ödemeyi teklif ettiğini ve daha hatırlamadığım zilyon kadar şey yazmış. 

Yuh dedim!

Orosbuya bak, neyin daha yüzsüzlüğü ise, sonrasında attım dayadım döşedim. Sıkıntının para olmadığını sadece uygun olmadığımı ve dahasını yazdım. Eski günlerin hatrı olmasa ağzına sıçacaktım ama neyse.

Allah'ım diyorum, herkese para verme sen!

Hayır, sikilmiş götün davası olmaz ki bu neyin tartışması be ablam! Hayır'dan anlamıyorsun da o okuduğun 5 senelik bölüm nedir? Taam, biliyoruz okumak eşekliği almaz da bacım bu nedir bu nasıl bir arsızlıktır? Sen bana daha nasılsın demeden, direkt işini gördürmeye bak, sonra da kendimi değerli hissetmemi iste, oldu. Parasını verecekmiş! Vay arkadaş! La sanki 1 saatliğine karı ayarlar gibi, işi düşünce aramalar sormalar. Götümü ye!

Bakıyorum da insanların dostları, dostlarından öte canını verecek kardeşleri var, ben de ise kardeşimden başka kardeş diyecek hiç kimse yok.

Zaten oldum olası, karı milletinin kısa vadeli mikmik kafa siken muhabbet dostluklarına sinir olmuşumdur da la bilokcan oradan bakınca çok mu safım?!

Bilmiyorum ama yine diyorum, karı milleti bu, anlayan beri gelsin.

23 Eylül 2012 Pazar

Sanki Hiç Yaşamamışım Gibi


Selam.
Ben uzun süredir nete girme fırsatı bulamayan, dahası nete girebilecek hali olmayan Üsturupsuz.
Sizi çok özledim. Cidden fena özledim hatta, bu yazıyı okuyan kaç kişi olur bilmem ama okuduktan sonra seni seviyorum cümlesine karşılık yazarsa, kendimi daha da iyi hissederim belki de. Hissetmek deyince ne zamandır adam akıllı nefes alabildiğimi de hissetmedim açıkçası. Hafif depresif pek karışık günler geçirdim. Ara sıra kendimi, öksüz yetim, kapı dışarı bırakılmış gibi hissettiğim de oldu, hani yalan değil. Pek parasız kaldığım için kontör alıp da son model cep telefonumdan tivit falan da atamadım. Birçoğunuz az yesin de kendine kontör alsın bana ne laan  diyebilir, pek de saygı duyarım. Zaten ben araba alıp da benzinsizlikten kapıda bırakan adamlara oldum olası tırt olmuşumdur, tıpkı IPhone 4S kullanıp millete, arasın diye çağrı atan hatunlara olduğum gibi.

Bu süreçte, pek de bir halt yapmadım aslında. Can sıkıntısından ziyade minik tatlı hallerim de oldu. Mesela, annem babam. Pek de bir güzel aile olduk maşallah. Dilerim Rabbim'den geç de olsa herkese böyle güzel mutluluklar yaşatır. Bana ben senin yerinde olsam cümlesiyle başlayan pek gerçek sevgili dostlarıma (!) baba sevgisinin ve dahasının annenin suratındaki evlilik mutluluğunun ne olduğunu bilmediklerini ve babayı affetmemek gibi birşey olduğunu söylemek istiyorum.

Ne demiştim?

He işte. Pek de aile olduk. Hayatında ilk kez İstanbul'a gelen annemin Ankaralı olduğunu bilmesem suratındaki ifadeyi buna bağlardım ama bence bu tamamen farklı bir şey.

Aile falan derken, pek geç de olsa ev tutuldu. Baba evinden yatak yorgan, anne evinden kap falan derken pek de ev oldu hani. Bu arada Pera sen bir cansın, annen de daha bir can. Ne attığın mesajları ne desteğini ne de ev için yaptıklarını unutamam. Buradan sana kokular, misler öpücükler.

Rahatım yerimde mi ?

Bilmiyorum.
Kendimi öksüz yetim gibi hissediyorum dedim ama bu hissiyatı yaşamaktan esirgesin kurban olduğum.

Sevdiceğim de pek iyi, benimle uğraşıyor O da ne yapsın. Gerçi O'ndan dolayı olmayan ama O'na bağlı kişiler yüzünden saçma sağan gerginlikler oldu, aramızda değil, benim beynimde. Görümce-gelin muhabbetine pek mi erken başladık yoksa hep vardı da ben mi uzaktan baktığımdan bilemedim,göremedim diyorum.

İnsanın kendi evi pek de iyi diyorum. Çok maşallah Sevdiceğim'le çay içip çekirdek çitlemek. Mis.

Bi de sağlıklar pek yerinde olsa, daha ne ah!

Dedim ya kendimi fena dışlanmış istedim. Telefonumda 984772642 kişi kayıtlıyken, sadece 3 kişinin beni hatırlaması var ya bazen insanlarla olan ilişkimi sorgulatmaya neden oluyor, tabi bu benden yana bir şey değil ya diyorum, hadi neyse.

Gerçi meyil kutusunda 1.769 okunmamış meyilin olması ve bunların neredeyse tivit ve 4squareye ait dosyalar olması, ayrı bir ironi. Bir Allah'ın kulu diyor hani insan, ya ölsem?

Sorgulamaya gelince, en yakın dost bildiğim bile evlenip barklanacak neredeyse çıt yok.

Allah düşürmesin diyelim.

Ve filmlere pek sarar oldum. Gidip eski yeni filmler almaya ve uyku tutmayan bol sancılı gecelerde izler oldum. Odamın duvarlarına benden önce yaşayan kişinin yıldızlar yapıştırması ve geceleri onların parlaması da bir şans mıdır acaba?

Çekirdek çitler oldum bi de. Ve bol bol Acı Badem kurabiyesi.
Çay yasaklanmasa daha iyiydi ama dinleyen kim?

Gerçi içimin dar dar olması. Sorunlar.
Biter diğ mi?

Haberlere değinmek bile istemiyorum.

Tek cümle: Komutanlarım!Haklarınızı helal edin!

Ve ben buradayım işte. Saçmalar dururum sanki.
Ve sizi özledim, siz de özlediniz mi?

Bilemedim.

7 Eylül 2012 Cuma

Biliyorum.
Siz benden uzun uzun yazılar okumaya alıştınız.
Ama canım sıkkın, çok fena.
Yazasım yok.
Öyle işte.

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Bayram Öncesi - Bayram Hediyesi

Oh aman Allah'ım!
Kendimi eve zor attım dersem, vallaha yalan olmaz.
Bütün gün, resmen it ayağı yemiş gibi, dışarıdaydım. Alışverişmiş, alışverişin canı çıksın. Cebimde maaştan sadece 3 kuruş kaldı, 1 ay boyunca resmen açım, geçmişler ola.
Olsun canı sağolsun herkesin, helali hoş olsun, mutlu olsun ueha.

Akdeniz'in sıcağına aldırmadan herkes dışarıdaydı, bütün mağazalar resmen full satış mode:on şeklindeydi. Kimsenin pek de uğramadığı kitap evleri bile resmen stok tüketti. Vay amk! Bayram alışverişi dedikleri şey bu demek ki.

Sabahın kaçında kalktım, kaçında dışarı çıktık bilmiyorum ama resmen eve geldiğimde çıkış saatinden 3-5-7 saat sonra eve geldik. Ne aldım ne ettim bilmiyorum ama resmen cebimde ne var ne yok tükettim.

Bazen düşünüyorum da erkekler fena haklı, biz kadın milleti olarak alışveriş manyağı olmayanımız var mıdır? uheuha yoktur. Sorsanız ne aldın ne ettin kendine diye, inanın kendime hiiiiiiiiç bir şey almadım. uhea bu yalan değil, hani kadınlar alır alır da sonrasında valla giyecek birşeyim yoook tribi yaşar ya, valla ondan değil.

Kendime Brshka'dan güpgüzeeeel 6'lı küpe aldım, fiyatı fena uygundu uhea, sonra ağda makinesi aldım, uehah kızlar ne zamandır almak istiyordum, hani bu sir ağda kartuşunu koyduğumuz makinelerden var ya ondan aldım ayol, uuheuah yoksa Üsturupsuz kozmetik blogu mu oluyor, yok la yok uheua, işte klasiktir, pambık,ıslak mendil, oje uhauheauh falan aldım. uheuahuha. Ulan bunlar ne ara bütün maaş etti derseniz, yok bunlar değil, annem sağolsun, herşeyi aldı, alsın alsın. Alsıııın imdat.

Derken;

Anladım ki, yine, yeniden bizim insanlar görgü fakiri, görgüsüzlük abidesi, aldıkça alıyor. Ben bile aldıysam, herkes alır diyorum ama bilokcan millet abartmış, resmen sonuna dek, dibine vuruyorlar. Abartmıyorum, bir adam gördü, Koçtaş'ta kendisi resmen 2 arabayı full doldurmuş buraya baaagsan yeğenim diyordu. Abi bu neyin kafası la? Ramazan bayramı bu, nalburiye ne alaka?

Kaldı ki kozmetik reyonlarındaki, iç çamaşırı reyonundaki kadınları görme gitsin, resmen ceylan avına çıkmış aslan gibi beklemeye almışlar kendini. Bir sandalet deneyeyim dedim, denemek istediğim modelin numarasını sormak istedim, istedim sadece. Bir ara satış danışmanını gördüm gibi oldu, o kadar.

Sonra zaten, vaz caydım. Bu aralar favori kelimem bu, vaz caymak. Ayrı yazılmaz ama böööyle daha güzel be annem.

Bankaların kapalı olduğu geldi ta sonra banka kapısını zorlarken. Allah'tan fazla zorlamadım, ya alarm ötseydi? İşte o an, tezeği avuçla yerdim heralde uheah. Bankamatikler de resmen sıcaktan erimiş ola ki zar zor kullandım ATM'yi. Allah dedim, Allaaaaaaaah:8:

Yarın bayram ya, herkeste bir telaş.
Oysa yarının bugünden pek de bir farkı yok, yok yok var, niyetli olmayacağız o kadar:8

Aslında pek oyalanmazdım ama bugünün arefe olduğunu unutup da kuaföre kaş aldırmaya giden şahsım, resmen mahalle kuaförü diyebileceğim bir kuaförden sktiri yedim. Taam, kız 1 saat sonra olabilir demiş olabilir ama ben şahsen 73629 dakika evvelinde geliyoruz laaan diye mesaj atmıştım, o mesaj neyine la?

Sonrasında, kuaför ara ara can çıktı. İnsan 6 ayda bir ailesinin yanına gelirse, kuaför de bulamazsın, ucuz çorap alacak yer de amk. Ulan kuaförlerin de götü kalkmış, haspam alt tarafı çıkan iki tüyü alacak neyin kafasındaysa artiz olmuş la!

Sktirsin ırısbı.

Hı, yarın bayram di mi laaaayn?!

Of. Sabahın köründe uyanmak gerek, pof.
Zaten izin de bitti hemencecik amk. Daha doyamadım ki.
Zaten neye doyabildim ki şu hayatta?!

Dramatize etmeden, herkese iyi bayramlar canlar.
Hepinize gelsin bu parçalar, en sevdiğimden.

Öpüyorum.



Ersan Erduran - Çocuk Gözler


Hani - Bayram Şarkısı

Ve anneannem için:


Şebnem Kısaparmak - Bu Bayram Gelemedim Anne

17 Ağustos 2012 Cuma

Blogumdaki Değişimler

Neredeyse iznim bitmek üzere ve ben düşünürsek koşuşturmaktan eğlenmeye vakit bulamadım. Ne diyeyim, canım sağolsun. Sanırım bu tatilde ne yaptın diye sorarlarsa, en rahat ve düşünmeden vereceğim yegane cevap, uzun süredir ihmal ettiğim bloguma ve dostlarıma sanaldan da olsa zaman ayırdım ve biricik köpüşüme doyasıya sarıldım olabilir.

Sevdiceğim, biriciğim Telekinesis sayesinde, blogumda minikte olsa değişimler yaptık.
Aslında yaptık demek biraz yalan olur, neticede 3 büyük değişimin sadece 1'ini bile ben yapmadım, bana sürpriz olsun diye Sevdiceğim yapmış, ne de güzel yapmış ellerine sağlık.

Yazılım adına hala eksiklerim olduğundan mıdır nedir blog eklentileriyle aram pek de yok. Bundan gari, birçok blogu inceleyip dibim düşer. Yakın zamanda adımı artık .com şekl
inde alıp sitemi kendi üzerime kaydettireceğim, aksi halde ismimi kullanmalarını engelleyemeyeceğim. Acaba gidip nickimin kullanım hakkını mı alsam amk ? uhuyheuah yeakyeak.


Gelelim değişimlere:

Varan 1:

Ne zamandır deneyip de sonrasında boyutunu küçültmeye üşendiğimden, blogumun bir logosu yoktu. Logodan kasıt, ekran açıldığında üstte, altta, kıyıda, köşede bulunan adresin sahipsiz kalmasıydı. Ama sağolsun bizim bey bana jest üstüne jest yapıp bu sıkıntımı yok etmiş.

Bkz:
İlk bunu gördüğümde öyle mutlu oldum ki. Sanki çok ünlü bir yazarmışçasına kendime olan inancım geldi.


Varan 2:

Postların altına feysbuk uygulaması yerleştirilmiş bloglar fark ettim, ulan nasıl dedim?
Denedim ama neredeyse bütün yazılar yerle bir ol
uyordu, sonrasında elimin ojesiyle bırak bunları Üsturupsuz, sen sistemcisin bırak yazılımı dedim de bıraktım ama jest üstüne jest. Süper oldu. Artık daha kolaylıkla feyse de yetişebilirim uheah.


Bkz:

Varan 3:


Yine çok kez deneyip de bilemediğim, bilip de yapamadığım başka bir uygulamayı daha jest olarak aldım. Bu uygulamanın bir versiyonunda, yorumları silmek istersen ya hepsini silecektin ya da istemediklerinle beraber hepsi kalacaktı ama bu versiyonda daaataaam moderatör sensin, gerisi vız gelir, tırıs gider.

Bkz:Ortala


Yorum haznesinde bulunan yanıtla sistemi süper harika birşey, artık daha hızlı yanıtlar verebilirim. Çok istemiştim, çok sevindim. Tutarsız'ım seninle olan konuşmayı kes-yapıştır yaptım, sana sormadım ama sıkıntı yaptıysam affola.

Artık tutmasın beni kimse, yazarım.

Ellerine sağlık T.

16 Ağustos 2012 Perşembe

Hani Benim Gençliğim Anne!

Kaç yıl oldu bilmiyorum, neredeyse yaşımın dörtte üçü kadar sene önce babam ve annem ayrıldı. Ayrılmasıyla birlikte sayısız sıkıntı yaşamaya başladık.

Babam evi terk edip gitti ve gencecik bir kadına daha çocuk bile sayılmayan iki yavru bıraktı. Haliyle,o kadın, tek başına bir kadın Türkiye'de ne kadar başarılı olabilirmiş, ispatlamak adına didindi de didindi. Başardı da.

İki evladını büyüttü, okuttu, didindi. Tabi evlat olarak biz de annemin başını bir gün bile yere eğmedik, didindik, uğraştık, tabiri caizse nefes almadan, yaz kış bilmeden maddi manevi savaştık, durduk. Kendimize ait bir düzen kurduk, bizi bırakıp gidene sitem etsek de beddua etmeden annemizi el üstünde tuttuk.

Derken:

Aradan yıllar yıllar geçtikten sonra, aradan benim çocukluğum, gençliğim geçtikten sonra, kardeşimin çocukluğu geçtikten sonra, annemin ömrü bittikten sonra, peder bey barışmak istedi. Barışıp da yeniden evlenmek.

Neden?

Biz buna neler neler diyoruz. Biz buna göt korkusu, yalnızlık kaygısı diyoruz.

Ama biz bunu derken, yanılıyor - muşuz.

O kadar yıla, sıkıntıya aldırmadan, annem herşeye daha ılıman baktı. Kabul dedi. Tek bir gurur yapmadan, durumu onayladı. Siz evleneceksiniz, ben n'aparım diyerek. İçime işleyerek. Ses çıkarmadım. Sevgisine ya da artık uhdesine saygı duyarak.

Zamanı bekleyelim dedik.

İşin açığı, bu konuda bir yanım istiyor, bir yanım istemiyor. İstiyor çünkü, annem haklı. Yalnızlık başa bela. Her ne kadar biz evlat olarak, yanında olsak da bir nefes derler ya. O bir nefes önemli. Ve artık elalemin çenesi kapanmalı. Kapanmalı. Yıllar da olsa yıllara rağmen susmalı herkes. Herkes önemli mi? Benim skimde değil ama annem için fena önemli.

Bir yanım istemiyor, çünkü...
Madem dönecektin neden gittin?
Madem dönecektin neden sıkıntı çektim?
Madem dönecektin neden hep o rezillik?
Madem dönecektin neden neden neden?
Kabul edemiyorum!

Edemiyorum, annemin bir anda tamam demesi de zoruma gidiyor.
Yıllar yıllar geçmiş, biz artık eli ekmek tutan olmuşuz, neye ihtiyacımız var ki?
Baba sevgisini bilmedik ki artık ihtiyacımız olsun?
Neden işte neden???

Ben zaten iznimi bu tip sıkıntılarla geçirirken, dün daha bir gerildim ve anneme epey bir saydırdım, belki de susup patladım. Söylediklerimden pişman değilim ama olmamalıydı.

Dün hiç de laf düşmediği halde, annemin kankası(!) aradı. Ona sormuşuz gibi bu muhabbet hakkında yorum yapmaya başladı. Ben kibarca alttan aldıkça susmadı. Bizim annemle babamı barıştırmaya niyetimiz olmadığını, anneme acımadığımızı, yıllardır kadının rezillik çektiğini, şimdi bile nasıl ortamda çalıştığını, benim kaç senedir çalışıp da destek çıktığımı, eşek gibi annem yardım etmem gerektiğini, İstanbul'da yaşarken annemi düşünmediğimi, tabi ki anneme eşekler gibi alışveriş yapacağımı ve dahasını söyledi.

Kalakaldım.

Bu kadın buna nasıl cesaret edebildi?
Ne biliyor ki?
Ben kendimi bildim bileli çalışıyorum. İlkokuldan beri burslu, ortaokuldan beri de freelancer olarak çeviri yapıyorum. Elimde avucumda ne varsa maddi manevi annemle beraberim. Benim kadar iyi bir evlat varsa, cidden beri gelsin.

Bir güne bir gün gıkımı çıkarmadım. Ne denirse eyvallah.

Ama bu kadın?

Ben neden annemin mutlu olmasını engelleyim ki?
Annem rezillik çektiyse ben ne yaptım ? Göt mü yaydım?O çekerken ben ve kardeşim ne yaptık acaba? Biz sıkıntı çekmedik mi?

Hayır, sen elken ne bilip de laf ediyorsun! Senin evlatların İstanbul'da fink atarken ben eşekler gibi çalışıyordum, izne geldim de mutlu mu olabildim?

Ben o kadına da kızmıyorum, o el. Bu lafları söyleyebilecek cesareti veren anneme kızıyorum. Hiç mi evlat değiliz biz.

El insaf.
Günah yazık.

Hayır, milletin ağzı torba değil ki büzesin. Herkes her lafı eder. Hiç susmaz. Ama böyle lafları söyleyebilecek cesareti bulamamalı. Bunları söylerken annemin susması.

Yapma annem.

Yapma.

Sen mutlu ol diye ben susarım ama sen bizim mutsuzluğumuza susma!