30 Ekim 2012 Salı

Bu Dünürler Size De Tanıdık Gelecek!

Evli olan herkes, kendi annesiyle eşinin annesinin arasındaki çekişmeyi çok iyi bilir! Alttan alttan laf sokmalar, birbirleriyle rekabet etmeler, gözlerini devirerek imalı bakışlar... Vanish yeni kampanyası için çektiği videoda, dünürlerin bu tip komik atışmalarını çok iyi anlatmış! Yukarıdaki videoda birbirini çekemeyen bu iki dünürü siz de izleyebilirsiniz.

En çok sevdiğim şeylerden biri de, dünürlerin söylediklerinin yanı sıra aklından geçenleri de duyabilmemiz... Birbirleri hakkındaki gerçek düşünceleri, videoya büyük ölçüde mizah katmış. Oyuncuların mimikleri de bir o kadar iyi! Parodi tadındaki bu video çok konuşulacağa benziyor.

Üstelik Vanish’in Facebook hayran sayfasında, bu video ile bağlantılı bir aplikasyon da yer alıyor. http://bit.ly/omurbiterdunurgitmez adresine giderek ileride nasıl bir dünür olacağınızı öğrenebilir, pespembe bir çamaşır makinesi kazanma şansı yakalayabilirsiniz!


Bir bumads advertorial içeriğidir.

29 Ekim 2012 Pazartesi

Bugün Bayram, Hepinize Bayram Hediyesi: Mim

Bu fotonun yazıyla pek bir alakası yoktur.

Teee çok zaman oldu, mim'leneli. Sevgili Tutarsız Turşu'm beni mimleyeli ve benim taaam yazıciiiim dedim diyeli pek bir zaman oldu ama evet bahaneleri sıralayayım (: çalışıyordum,hastaydım,izne gittim geldim vs.vs. Taam taam susayım da cidden doğru, hani her birisi doğru ama yazmaya mecalim yoktu, pek bir üşendim. Bugün de evdeyken bari bir yazayım, pegh hoş olar.

Konumuz: 5 şey.
Önce pek bir anladım desem yalan olur, okudukça anlamaya başladım, size 5 şeyimi anlatacağım, dikkat kesilin lan. Önem sırası yoktur, alt alta olsun diye yazmışımdır.

Çantamdaki 5 Şey:

Cüzdan, gerçi minik bir çanta boyutunda. Malum baağyan cüzdanı.
Kartlık, zilyon tane kartım, indirim şeysim olduğundan.
Islak mendil, hastalıklıyım sanırım, her bir dakika elimi siliyorum, hele de yazı yazdıktan sonra falan.
Anahtarlarım, enaktar olmazsa olmazım değil ama bu aralar, bensel yaşadığım içim lazım hacı.
Kalem-lerim, göz kalemi falan değil, bildiğimiz kalem, tükenmezinden tut da her birşeye lazımından.

***Buraya ek olarak, not defterim, şarj aletim, ilaçlarım, mendilim, ped'im, gözlük kutularım, yedek küpelerim, mini makyaj çantam falan filan. Deprem ihtiyaç çantası gibi işte. Yalan değil, el fenerim de var. 

Odamdaki 5 Favori Şey:

Minik yastığım, üzerinde dalmaçyalı köpüş resimleri var, yiring.
Aile fotoğraf-larım, özlüyorum yalan değil :(
Sevdiceğim'le fotoğrafımız, ilk tanıştığımız gün çekilen, sarardı resmen, olsun aşkımız solmasın <3 p="p">Gece lambam-kitaplarım, ayıramadım bu 2'liyi, n'apalım?!
Kumbaram, gelsin paralar, biriksin mangırlar.

Bu Ay Planladığım 5 Şey:

Doktora gitmek, ameliyat için, götüm yerse tabisi.
Tablet almak, bir yerim şişti herkeste var.
İzin yok artık malum, siksem de izin koparamam ama vakit bulursam biraz şöyle evimde dinlenmek.
İzleyemediğim bütün dizileri izlemek, plan değil de temenni diyelim.
Bir arkadaşın tiyatro oyununa gitmek, biraz sosyal olayım artık pof.

Almak İstediğim 5 Şey:

Tablet. Ulan az önce yazmıştık ya neyse.
Fotoğraf makinesi, bööle yarı prof. olsun diye uğraşıyorum da ulan tarla fiyatına makine var resmen.
Yeni kitaplar falan, isim isim yazmiiim diğ mi?
Sırt çantası, ki kendileri Türkiye'de satılmıyor, yurt dışından gönderseler pof.
Mont, bööle kapşonlu bişi işte. Soğuk lan İstanbul.

***Up-dated:MacBook alsam iyi olur lan; fena biiiisiiiiy!

Beni Mim'leyen Tutarsız'ım da Etkilendiğim 5 Şey:

Pek bir oturup göz göze kaynatamasak da hatun sağlam. 5 Şey'e sığdırmak istemem amma;

Kendisi pek dürüsttür, ööle koftiden değil.
Ortalıkta mal mal gezinen boş hatunlardan değil, kafası çalışır.
Sadıktır, sevdiceğine sahip çıkar, destekçidir.
Kargaşa olsa da an geçmez orta yolu bulmaya yanaşır, baldır.
Hanımdır, ahlak bilir, din bilir, bayrak bilir.

Maşallah diyelim <3 p="p">
Şimdi benim birilerini mim'lemem gerek ama tek tek isim saymak istemiyorum, affınıza sığınarak.
Sadece okuyan herkese lan yazın mim diyorum.

Sevgiler.

27 Ekim 2012 Cumartesi

Bumerang Ödülleri



Pek uzun yazmayacağım, sadece bana oy verin diyeceğim:

http://bumerang.hurriyet.com.tr/bumerang-odulleri/35031.htm

Beni seven sevmeyen, beğenen beğenmeyen herkese selamlar.

Yalarım xoxox.

Ortamın Amına Koydum!


Yeni ortamlara pek kolay adapte olan insanlardan olamadım ben. Bu yaştan sonra da olabileceğimi pek sanmıyorum, ne bileyim. Biraz yadırgı durdum yeni ortamlarda, yani sırıttım. Sıcakkanlı oldum hep o ayrı, her daim her zaman çarçabuk muhabbete daldım, süper konular da açtım ama hani öyle ortamın geçici olmasının verdiği rahatlıktandı bu bilirim. Bana ait olmadığından belki de rahattım, rahat davrandım. Ama ne zaman ki bana ait birşey oldu, darlandım, yavaş yavaş kendimi alıştırmaya çalıştım.

Ağzımdan sular akarak aldığım kazağı giyemedim; ne bileyim işte param olmaya olmaya aldığım bir kitabı bile, o kadar merak etmeme rağmen, hemencecik alıp da okumadım, yavaş yavaş gıdım gıdım yanaştım. Benim olmasına odaklandım.

Bunun nedenini hep çocukluğuma bağlarım, belki de düz mantık ya, her şeyi çocukluğa bağlamak, çocukluğuma bağlarım. Kolaydır zaten, çocukluğa bağlamak. Annem sağolsun, küçükken beni dışarı çıkartmazdı, hep böyle cam çiçeği oturtur cam kenarına, elime bir boyama kitabı verir, birkaç tane de boyama kalemi verir, hadi otur bakalım sessizce derdi. Otururdum. Sesim soluğum çıkmazdı, usluca taa babama gelene dek, sesim soluğum çıkmazdı.

Bundandır belki de, ne zaman sokağa çıksam binbir izinle, ne yapacağımı bilemeden, öyle kenarda köşede durur, birinin gel demesini beklerdim. Korkaklıktan mıydı yoksa heyecandan mıydı hatırlayamam o kadarını, pek geçmiş zaman.

İşte bütün bu konu, bu adaptasyon sorunu annemin beni korumak adına dışarıya çıkartmamasıyla başladı. Gerçi yalan da söylemeyeyim, benim de pek içimden gelmezdi, dışarı çıkıp o bilindik oyunları oynarken, terlemek. Onun yerine, evde oturup kendi hayal dünyamda eğlenmeyi pek severdim, severdim de bir yaştan sonra, benimkisi biraz fazla uyuzluğa girdi.

İlkokuldayken mesela, çok usluydum. Fena usluydum, o kadar usluydum ki, servise biner, servisten iner, okula gider, okuldan gelir, dersi dinler, derse çalışır, yaşardım. Ortamlara alışmak da hala sıkıntım vardı, benim olmadığı sürece her ortama pek bir yabancı kalırdım.

Ortaokuldayken mesela, çok sessiz sakin bir kızdım. Yine aynı git gel git gel. Tabi sosyal aktiviteler falan, gırla gitsin, hani o sosyal kulüpler falan. Çok iyi ama yine pek mütevazi. Sessiz. Kravat falan hani, tam böyle kibar öyle hanım hanım. Ortam kavramı benim için pek bir yabancıydı, kelli. Kendimi yarış atı gibi hissediyordum, Anadolu Lisesi'nde okumam aileme pek yetmemişti, ille de Fen Lisesi olmalıydı. Çarçabuk yıllarım geldi geçti o aralar sanki.

Lisedeyken ortam ben gibi görünse de yine kendi içimde bir yalnızlık. Ortamdan uzaklık. Zaten aşk meşk durumlarına aldanıp kendimi ortamdan soyutlayan yine ben olmuştum ya hadi neyse. E yalan değil, 7/24 üniversite sınavına çalışan ben yoktum, yalnızdım ya da öyle.

Üniversiteye gelince durum değişti. Tabiri caizse ortamın amına koydum. Sosyalliğin dibiydim, olmam mı emmim? İlk zamanlar böyle az biraz çekinsem de yırtık hallerimle cidden amına koydum ortamın. Zaten kuyruk acım vardı, terkedilmiştim, boynuzlanmıştım dahası. İşte bundandır ki sıçmıştım ortama. Gerçi sonrasında, yine kendime gelip o değişikliklere alışmayan hale bürünmüştüm. Pek gözel.

Nerden geldik bu konuya?

Ortamlar ve işte soyutlanma duygusu.

Aynen öyle.

Eve geldim mesela, malum bayram. Bayram yazısı yazmayı da düşündüm bir ara ama çok klişe. Hı sanki farklı yazınca çeyrek altın kazanıyoruz ya, e işte eve geldim ve pek bir yabancıladım yine. Bu sefer malum artık tam aile mode: on şeklinde olduğumuzdan, alışamadım. Daha doğrusu, alışamamıştım. Böyle evin fazla düzenli olması şaşırtmıştı. Mış'ti miş'ti diyorum ki gitmeye yakın İstanbul'a, alıştım bu ortama. Zor geldi, ilk maaile kahvaltı falan da şimdi böyle bir güzel ha.

Ama dedim ya ortama ilk giriş pek bir esas nokta ben için, oldum olası sahiplendiklerimi belleyip gerisini unutmuştum ki şimdi sanırım aile muhabbetini de kabullendim. Ne bileyim güzel. Böyle farklı, her ne kadar 20 sene sonra gelse de cidden hoş. Maşallah.

16 Ekim 2012 Salı

Sevgilinizi Hararetlendirin

Son günlerin en gözde Facebook uygulamalarından bir tanesi de Lipton Ice Tea Hararetmatik. Lipton Ice Tea Türkiye sayfası üzerinden ulaşabildiğiniz Hararetmatik uygulaması, IVR teknolojisiyle gerçekleştiriliyor. Türkiye’de ilk defa, yapılan şakayı kayıt etme özelliğine sahip bu teknolojiyle oturduğunuz yerden istediğiniz arkadaşınızı şakalayabiliyorsunuz. Bunun için tek yapmanız gereken, Facebook listenizdeki arkadaşlardan dilediğinizi seçip telefonunuzu ve hararetini yükseltmek istediğiniz arkadaşın telefonunu yazmak. Bu basit işlemden sonra Türkiye’nin son dönemdeki gözde komedyenlerinden İsmail Baki tarafından canlandırılan 5 ayrı telefon şakasından birini seçebiliyorsunuz. Günde 3 şaka hakkınız var ve unutmayın her arkadaşınıza sadece bir defa telefon şakası yapabilirsiniz.

Olay sadece şakayla da bitmiyor tabi. Eğer arkadaşınız şakayı sonuna kadar dinleme sabrı gösterirse hem siz hem de o SMS ile birer çekiliş numarası almaya hak kazanıyor. Her hafta sonunda da en fazla çekiliş hakkı elde eden kişi ise içi dolu, özel bir Lipton Ice Tea dolabı kazanıyor.

İsmail Baki’nin birbirinden renkli taklitleri ile eşinizi, sevgilinizi de tatlı tatlı kızdırabilirsiniz. Zaten duyduğuma göre özellikle karı-kocalar birbirlerini bolca şakalıyormuş. Yeni bir heyecan arayışı mı, soğuk yenen intikam yemeği mi orasını ben bilemem. Tek bildiğim bu şakaların gerçekten de çok keyifli olduğu.

Siz de aşkınızda hararet derecesini biraz artırmak istiyorsanız uygulamanın linki burada.

https://www.facebook.com/liptonhararetmatik/app_395429340516909

Seslendirmenin yapıldığı stüdyodan kamera arkası görüntüler ise çok eğlenceli:

http://youtu.be/bmkAfVBRBT4

Bir bumads advertorial içeriğidir.

10 Ekim 2012 Çarşamba

Çok Ateşli Hatunum Vesselam!

Katy Perry - The American Idol

Hastayıııııım fena.

Sabah işe gittim ve öğlen arasında işten geldim, biraz dinleneyim diye. Resmen sürünerek geldim eve. Geldiğimden beri midem bulanıyor, bin kez kustum sanırım, baş ağrısı benimle beraber rekor kırıyor, resmen kendini aştı. Ateşe gelince, bilmiyorum, yerli yersiz ağladığıma göre ve bir üşüyüp bir yandığıma göre ve bir de saçmaladığıma göre evet, performans sağlam. Oleeeey!

Kaç gündür fenalardaydım zaten, iş yerinde bir arkadaşın hasta olmasından sonra, sıranın bana da geleceği aşikardı da olmadı bu olmadı. Tam da böyle kendimi yeni yeni hissetmeye başlamışken. Sesim yine travesti, bedenim ise çuval gibi. Şiştim şiştim resmen ağrıyor her yanım, kemiklerim mi kırılıyor yoksa?

Antibiyotik aldım, almasam dedim de aldım; alerjim olmayan bütün ağrı kesicilerimi aldım; evet, sıçmışım hastalığına, sıkıysa daha da fenalaşayım. Offf annem. Hastayım yahu. Başım fena ağrıyor, ağrıyorsa git siktir ol git uyu diyecekseniz diyebilirsiniz, zaten şu an resmen kafama kadar yorganı çekmiş tek parmakla yazıyorum, amacım ne? Biraz kendime gelmeye çalışmak.

Annemleri aradım, maşallah pek de iyiler, çay'lıyorlarmış, ne demekse bu da? Yeni bir deyim olsa gerek. Resmen içerledim, hastayım dedim de nane limon iç ah dediler sadece. Hani sevgi sözleri, hani ya.
Hıh valla hastayım yahu.

Burnum bir aksa, akmıyor siktiğimin burnu. O da akmıyor, aksa biraz başımın ağrısı gidecek belki de.
Sevdiceğim de toplantısı vardı, ertelemiş geldi, yerim diye yemek hazırladı; O'na yedirdim, azıcık yiyor gibi yaptım ama midemin benle bir derdi var anladım. İzin vermiyor.

Nane limon da içtim.

Biraz terlesem. Ama terleyemedim, donuyorum. Giyinince de terliyorum.

Of ya. Herkes bir orosbu çocuğu, zaten.

Nereden çıktı bu hastalık? Bıktım valla.

Haberleri dinliyorum bir de. İçim dışıma çıktı ulan, yine kaçasım geldi bu Türkiye'den. Ulan herkes herkesi sikmiş, herkes herkesi dövmüş, tecavüz zaten kaçınılmaz, birileri minibüs altında kalmış, önce bacağı gitmiş, yine aynı minibüs altında kalmış 3 sene sonrasında, ölmüş. 1 lira için birileri birilerine dayak atmış, birisinin parası çalınmış, sonra bıçaklanmış falan. Ateşim daha çıktı.

Pof. Yaradan hiç oralı değil mi diyesim geldi, ateşten ateşten.

He tek iyi haber, tecavüzcüsünü öldüren kadın beraat etmiş, oh teytey.
Gebersin ibne, gerçi gebermiş ama diğerleri de gebersin inşallah.

8 Ekim 2012 Pazartesi

O Zaman Gangnam Style

Pazar günleri bitince benim haftam bitmiş gibi oluyor bir bakıma.Malum hafta sonu mesai yapanlar için en yoğun zamanlardan birisidir Cumartesi Pazar'lar. Oh Yüce İsa! Çok şükür. Bitti bugün de.Bitti de resmen ağzım götüme yapıştı.Gerçi aşikardır ki güne yorgun başlayınca devamı fena zor. Bugün de fena yorgun uyandım, yataktan çıkmak hiç istemedim. Sürünerek çıkıp kendimi duşa attıktan sonra az biraz iyi geldi.
yazıp bıraktım dün akşam. Çok yorgundum, saçmalamaktan korktum ilk kez ve yarı da bıraktım.

Oysa, bir heves başlamıştım, sonra yazmaya üşendim desem yeridir. Gerçi bir heves başlayıp sonunu bağlayamama korkusuyla başladığım ve sildiğim çok yazım da olmadı değil.

İnsan yaşlandıkça daha bir edebi oluyor ebedi olma kaygısıyla ama ben de tık yok. Giderek okunmaz oluyorum, blogumun sonu mu geldi yoksa? Korkarım.

Bu aralar diye başlayarak yazmak istediğim çok cümlem var. Zaten ben hep bu aralar istiyorum anlamsızca her şeyi. Mesela'larım da var mesela.

Bu aralar fena çekirdeğe sardık. Öyle böyle değil her akşam aralıksız 2 saate yakın karşılıklı farklı laptoplar başında çıt da çıt da çıt şeklindeyiz. Sivilce mi olacakmış, kilo mu yapacakmış, koy götüne rahvan gitsin modundayız. Zaten maşallah ne yesem şişkinlik yapıyor, enerji yakımım fazla olmasına karşın, tamponlar genişlemeye yakın. Olmasa.

Mesele ben de mi bilemedim ama böyle yiyip yiyip tığ gibi kalanlar var ya, oldum olası tiltim o karılara. Hep içimde aynı küfür, yiyin de sıçamayın içiniz de patlasın bokunuzda boğulun diyorum, kusura bakmasın kimse. Bokunda boğulmak muhabbetine gelince, bir ara epey bir hastayken ben o dönem, sindirim boşaltım sıkıntısı çektim, doktor öyle fena bir ilaç vermişti ki adı aklımda değil, içmesem zehirlenecekmişin, işte bundan bilirim acısını ve bu bedduamın temeli sağlamdır, önerilir.

Ve bazen mesela, saçını başını yolmak istediklerimi kısa film tadında yerin dibine sokup geri çıkarıyorum, işte o an tıpkı filmlerdeki gibi festival tadında anlık zevkler yaşıyorum.

Mesela, geçen gün iş yerine gelen götümün güzellik açısından fark attığı bir hatuna kafamda ne komplolar kurdum, bilemezsiniz. Allah'tan aklımdan geçen cinlikleri kimse bilmiyor. Hatun kişisi gelmiş, mevcut surette verilen mesleki destek hakkında bilgi almak istiyor. Bunda absürt bir durum yok zaten de cümleye ben bu konuda sıfır bilgiyle size geldim diye başlayıp sonrasında beni salise sekmeden susturup gerekli bilgileri kendi kendine vermesi, siktirsin orosbu dememe neden olmadı değil.

He bir de bu aralar,her mal bana mı denk düşüyor bilmem ama, şeytana uysam her mala vuracağım o kadar; bugün kendime çanta almaya giderken, elindeki broşürü gözüme sokacak olan arkadaşın kolunu kırma arzusunu engelleyemedim, üzgünüm. Bir anda elini suratıma uzatıp mıkmık kevaşe ağzıyla yavşak yavşak konuşunca suratına giden elimi engelleyemedim, özür dilerim(!)

Mesela, kibarca verse broşürü çok da sikime takmasam da en azından bazı mallar gibi yere atmam, alır çantama koyarım, sonra eve gelince kibarca atarım, siktirip gitmem, bir hayırlı işler derim. Zor iş ne de olsa o ıslak havada çalışmak. Amma olur mu, Türkiye'de her işte olduğu gibi, işin ilk amacı karı kız sikmek, karı kız düşürmek olduğu için, önce asılacak ve tabi asılırken rahatsız edecek ve sonrasında esas konuya gelinecek. Gavurun dölü. Tövbe.

Bu aralar bir de fena Gangnam Style modundayım, iş yerinde, anlamsızca, etraftaki üst düzeylere aldırmadan o dansı yapmak ve dahası o dansı yapan ex-col'lara ağzımın suları akarak bakmak, en büyük zevkim. Sabahın en kör saatinde kalkınca bile dilimde o şarkı. Oh yeah!

Ancak bugün very big cat'ten izleyince tövbe edip susasım geldi, madem öyle hadi izleyelim:


Adnan Oktar - Gangnam Style ile Coştu - Very Big Cat

Ve gelsinler, orgazma hazır olun:


The US Naval Army

6 Ekim 2012 Cumartesi

Feminizm Kocayı, Komünizm Parayı Buluncaya Kadardır

Aslında dün yazacaktım da fena bir halsizlik oldu, yine.
Zaten ne ara götümü doğrultacağım meraklandım. Pek bir yalnızım bu aralar. Fena. Dost diye sarıldığım herkes, gemi batmak üzereyken gemiden kaçan sıçanlar gibi teker teker hayatımdan çıkmaya başladılar, iyi mi oldu kötü mü oldu pek bir kavrayamadım. Her geçen gün daha bir kullanıldığımı anlayıp ana avrat saydığım kişi sayısı artıyor da o da pek ayrı. Şu zamanda temiz kalabilen nadir insanlar arasındayım, her şeyine bu konuda iddiaya girerim, fena sidik yarışım ona göre.

Evdekilerle konuşmak, her geçen gün suda yürümek gibi. Zorlaşıyor. Aile bağları kuvvetlenirken, benim gözümdeki anne kavramı ve dahası daha bir değişik hale geldi, bu da canımı sıkmıyor değil hani. Amına koduğumun hayatında götümü doğrultamamak, yoruldum be.

Her bir sike isyan etmenin kime ne faydası var deyip deyip susuyorum.
Boğazıma kilitlenenlerle parmak atıp çıkarsam mı acaba? Anlayamadım ki. Bindik bir kerevete gidiyoruz selamete hesabında resmen it ayağı yemiş gibi dolanıyorum. Aklım öyle bir karışık ki yeminlen, bakıyorum da baktığımı göremiyorum.

***

Uzun süre sonra ilk kez İstanbul'u gezelim dedik, çıktık dün yola. Topkapı, Ayasofya falan derken. Para verdik Müze Kartı'na. Pek iyi başlamadı ama bu gezimiz. Fotoğraf makinesini unutan Sevdiceğim'e pek surat yapmayım dedim de yine carladım saçma sapan. Kafa siken karı misali. Bok kafalı olabiliyorum bazen o ayrı. Klasik karı muhabbeti mi ne?!

Sonra, ansızın bir tartışma çıktı, yok işte saçma sapan şeylere saldırdık birbirimize. Ama görseniz pek bir sakiniz. Elimizde su şişeleri, etrafa bakarak, gram ses tonlaması yükseltmeden, gözler kısık, tartıştık. Sonra, ayrılalım'a kadar gitti de olay nedense el ele bütün sarayları gezmekle bitirdik geziyi. Bizimkisi de pek bir farklı ayak. Gerçi sonrasında, bütün saçmalamalarımın malum kadınsal muhabbetlere dayandığını anladım da sustum. Keçi peyniri gibi eridim gittim.

Bu arada sarayları gezerken anladım ki padişahlar cidden ağzının tadını biliyor. Ulan o nasıl saray, nasıl bir zevk. Yuh lan diyorum yuh! E bi de önceki insanlar nasıl bir dev'miş. O nasıl kılıçlar falan! Atalarımız o kadar devken bizim giderek küçülmemiz, tuhaf lan.

Sarayı gezerken, sanırım Topkapı. Bir elinde cep telefonu, bilmem ne model. Bir elinde Starbucks'tan aldığı bilmem ne isimli buzlu içecek. Ablamız saraydan bi'haber Ay buraaası da pek havasız cümlesini kullandı ve o an birbirimize bakar olduk Sevdiceğim'le. Sarayı bile beğenmiyor haspam deyiverdik ki.Hayır, ne bekliyorsa ırıspı. Böyle full havalandırmalı, süper teknolojik disko toplu bir mekan mı?

Disko topu götüne girsin.

Sonra, bir de ablamız okunan Kur'an'a laf etti. Ay bu ne diye?!
Haybismillah tövbe estafurullah.

Şöyle şuh ve sen bir pisliksin bakışlarımı attıktan sonra halime baktım da şükrettim.

Bol köfteyle gezimizi bitirdik de ben İstanbul'un güzelliklerine doyamadım, tıpkı Sevdiğim'in kokusuna doyamadığım gibi. Yaradan herkese versin bu hissi.

Amin!Dinimiz amin!